DEPREM KADER DEĞİLDİR!
Toprak ana, binlerce yıldır üzerinde kurduğumuz medeniyetlere beşiklik etti. Ancak bazen, derinliklerinde biriken muazzam enerjiyle sarsılır, dengemizi alt üst eder ve bize kırılganlığımızı acı bir şekilde hatırlatır. Deprem...
Doğanın bu ani ve yıkıcı gücü, sadece coğrafyamızı değil, ruhumuzu da derinden etkilerken, yöneticilerin omuzlarına ağır bir sorumluluk yükler.
Peki, bu dehşet verici olayın perde arkasında yatan nedenler nelerdir?
Bilimsel verilere göre, depremlerin temelinde tektonik plakaların hareketleri yatar. Yerkabuğunu oluşturan bu devasa yapılar, sürekli olarak birbirleriyle etkileşim halindedir. Kimi zaman yavaşça kayar, kimi zaman birbirlerine sürtünür ve sıkışırlar. Bu sıkışma ve gerilim, belirli bir eşiğe ulaştığında aniden boşalır ve enerjisini sismik dalgalar halinde yayarak depremi meydana getirir. Ülkemizin de içinde bulunduğu Alp-Himalaya deprem kuşağı, bu tektonik hareketliliğin yoğun yaşandığı bir bölgedir ve bu nedenle depremlerle sık sık yüzleşmek zorunda kalırız.
Depremin insan üzerindeki etkileri ise çok boyutludur. Can kayıpları ve yaralanmalar, en acı sonuçlarıdır. Birkaç saniye içinde, özenle kurulan yuvalar enkaza döner, hayaller yarım kalır. Fiziksel yıkımın yanı sıra, deprem psikolojik travmalara da yol açar. Kayıp acısı, korku, belirsizlik ve çaresizlik duyguları, uzun süre bireylerin ve toplumun üzerinde derin izler bırakır. Ekonomik kayıplar da azımsanamaz. Üretim durur, altyapı çöker, yeniden inşa süreçleri büyük bir maliyet ve zaman gerektirir.
Tam da bu noktada, ülkeyi yönetenlerin sorumlulukları hayati bir önem kazanır. Depremlerin doğal bir olay olduğu gerçeği değişmezken, bu doğa olayının bir felakete dönüşmesini engellemek büyük ölçüde yöneticilerin elindedir. Bilimsel araştırmalara dayalı olarak deprem risk haritalarının çıkarılması, zemin etütlerinin titizlikle yapılması ve imar planlarının bu verilere uygun hazırlanması ilk ve en önemli adımdır.
Binaların depreme dayanıklı bir şekilde inşa edilmesi, denetim mekanizmalarının etkin bir şekilde işlemesi, mevcut yapı stokunun güçlendirilmesi veya riskli yapıların dönüştürülmesi, yöneticilerin yerine getirmesi gereken temel görevler arasındadır. Bu sadece teknik bir zorunluluk değil, aynı zamanda vatandaşların can ve mal güvenliğini sağlama sorumluluğunun da bir gereğidir.
Ancak sorumluluk sadece yapısal önlemlerle sınırlı değildir. Deprem öncesinde halkın bilinçlendirilmesi, tatbikatlarla hazırlıklı olunması, kriz anında etkin bir koordinasyonun sağlanması, arama kurtarma ekiplerinin donanımlı ve hızlı müdahalesi, yaraların sarılması ve psikolojik destek sunulması da yöneticilerin görevleri arasındadır. Şeffaf ve hesap verebilir bir yönetim anlayışıyla, deprem gerçeğiyle yaşamayı öğrenmek ve olası kayıpları en aza indirmek mümkündür.
Unutmamalıyız ki, deprem bir kader değildir.
Alınacak doğru önlemlerle, bilim ve akılcı politikalarla, bu doğal afetin yıkıcı etkilerini azaltmak elimizdedir. Yöneticilerin bu sorumluluğu layıkıyla yerine getirmesi, sadece bugünün değil, geleceğimizin de teminatı olacaktır. Aksi takdirde, her sarsıntıda yüreğimiz ağzımızda yaşamaya devam eder, toprak ananın fısıltısı yerine, enkazın acı çığlıklarını duyarız.