Turgay Çöpoğlu

Turgay Çöpoğlu

Bir Ülkenin Vicdanı

Bir Ülkenin Vicdanı

Geçtigimiz günlerde Sera Kadigil'n bütçe komisyonunda konusmasına denk geldim.
Sera Kadıgil sadece konuşmadı; bir halkın iç sızısını haykırdı. Çünkü bu ülke, emeğiyle yaşayanlara değil, onların sırtından servet büyütenlere hizmet ediyor.

Bazen bir kelime, bütün duvarları yıkar. Bazen bir ses yıllardır susturulan milyonların sesi olur. Geçtiğimiz hafta Meclis’te tam da böyle bir an yaşandı. TİP Sözcüsü Sera Kadıgil, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın bütçesi görüşülürken kürsüye çıktı ve o salonun duvarlarına sığmayan bir gerçekliği dile getirdi:
“Bu ülkede her gün altı işçi ölüyor. Ve artık haber değeri bile kalmadı.” dedi...
Bu cümle, sadece bir istatistik değil, bu ülkenin en karanlık aynası. Altı can… Altı emekçi… Her gün, iş başında çalışırken, üretirken, yaşamak için çabalarken ölüyor. Ama artık ne ekranlarda, ne bakanlık raporlarında, ne de vicdanlarda yankı buluyor. Sanki ölmek çalışmanın doğal bir parçasıymış gibi…

Nasıl bu hale geldi?
Her gün iş cinayetleriyle uyanan bir toplumun hâlini düşünün. Bir sabah madende göçük, bir sabah inşaatta düşen işçi, bir diğerinde parfüm atölyesinde yanarak ölen kadınlar… Artık “kaza” demeye bile utanıyoruz. Çünkü biliyoruz: bunlar kaza değil, sistemli bir ihmal zinciri. Her biri önlenebilirdi. Ama önlenmedi. Çünkü bu ülkede kâr, candan daha kıymetli hale getirildi.
Kadıgil kürsüde söyledi:
“Üç sene önce iş müfettişi sayısı 917 idi, bugün 889. Denetim azalıyor, ölümler artıyor.”
Bu rakamlar buz gibi. Ama anlamı yakıcı. İktidar, iş güvenliğini değil, işverenin huzurunu koruyor. Patronların eli rahat etsin diye, işçinin mezarı biraz daha derin kazılıyor.

İş cinayeti mi, devlet cinayeti mi?
Bir ülkede devlet, emeği korumak yerine patronu kolluyorsa, iş cinayeti dediğimiz şey artık “devlet eliyle ölüm” haline gelir. Çünkü göz göre göre gelen ölüme seyirci kalmak, cinayete ortak olmaktır. İşte tam da bu yüzden Kadıgil, o kürsüde Bakan’a dönüp dedi ki:
“Artık bu ölümlerin tamamından siz sorumlusunuz Sayın Bakan.”
Ve haklıydı. Çünkü artık bu ölümler ne kaderdir, ne tesadüf. Bu ölümler, bir bütçenin, bir tercihin, bir düzenin sonucudur. Denetimi azaltan da, asgari ücreti açlık sınırının altına indiren de, taşeronu meşrulaştıran da bu düzendir.

Kadınlar, çocuklar, işçiler: bu ülkenin görünmezleri
Kadıgil konuşmasında, isim isim söyledi:
“16 yaşında Cansu, 17 yaşında Nisa, 18 yaşında Tuğba…”
Üçü de yanarak can verdi. Üçü de çalışmak zorundaydı. Üçü de bu ülkenin “gençlik istihdamı” hikâyelerine kurban gitti.
Kadınlar, çocuklar, göçmenler… En savunmasız olanlar en kolay ölüyor bu ülkede. Ve her ölüm, bir televizyon alt yazısında iki saniyede kayboluyor. Sonra yeni bir haber geliyor: “Ekonomimiz büyüdü.” Ne acı ki o “büyüme”, artık mezar taşlarıyla ölçülüyor.

Vicdanın olmadığı yerde bütçe olmaz
Bütçe sadece rakam değildir. Bütçe, bir ülkenin neye değer verdiğini gösterir. Bu ülkenin bütçesi, saraylara, lüks araçlara, koruma ordularına ayrılırken, işçinin payına ölüm düşüyor. Asgari ücretli bir baba çocuğuna süt alamıyor, ama “büyüyoruz” deniyor. Bu büyüme kimin için?
Kadıgil’in Meclis’teki haykırışı bu soruyu yeniden sordurdu: Bir ülke işçisinin canını, terini, emeğini koruyamıyorsa, neyi koruyor?

Sessiz kalanlar da sorumlu
Bugün bu düzeni sadece iktidar kurmadı. Sessiz kalan, alışan, “yapacak bir şey yok” diyen herkesin payı var. Gazeteler susturuldu, ekranlar tek ses oldu, sendikalar bastırıldı. Ama vicdanın sesi susturulmaz. O ses, Meclis’te Kadıgil’in ağzından bir kez daha yankılandı:
“Bu düzenin adı artık çalışma düzeni değil, ölüm düzenidir.”
Bu cümle, bir dönemin özeti oldu. Çünkü Türkiye’de artık çalışmak, yaşamak değil, hayatta kalma savaşı demek.Ve bu savaşta kaybeden hep aynı: evine ekmek götürme çabasında olan tüm işçiler.

Bir gün mutlaka değişecek
Bir ülkenin tarihi, iktidarların değil, halkın vicdanında yazılır. Ve vicdanın kalemini kimse susturamaz. Bu düzen, bir gün halkın adaletiyle, emeğin birliğiyle değişecek. Çünkü her Cansu, her Nisa, her Tuğba; bu ülkenin geleceğinde unutulmayacak bir iz bıraktı. Bu ülke, bir gün onların anısına yeniden kurulacak. Ve o zaman Meclis salonlarında, bütçe kalemlerinde değil; sokaklarda, fabrikalarda, sofralarda adalet konuşulacak.

Bugün belki bir milletvekili haykırdı. Ama aslında o kürsüde konuşan bir halktı. O halk, açlıktan, yoksulluktan, ölümden bıkan milyonlardı. Ve tarih, o sesi unutmayacak.
Çünkü bir ülke, işçisini toprağa gömmeye alıştığı gün, kendi vicdanını da gömer. Ama vicdanın toprağı yoktur. Bir gün yeniden filiz verir.
"Vicdanın sustuğu yerde, kelimeler isyan eder."

Bu yazı toplam 4503 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
Turgay Çöpoğlu Arşivi