Dilek ALP

Dilek ALP

KENT SERİSİ 2: KENT VE KADIN

KENT SERİSİ 2: KENT VE KADIN

“Dünyayı değiştirmek için bugün burada toplanmadık,
daha mütevazı bir teklifle buradayız;
size yeni bir dünya yaratmayı öneriyoruz.”

 

Comandanta RAMONA
(Meksika Zapatista Kadın Lideri)

Kent Serisi yazıma başladıktan sonra bana ulaşan onlarca geri bildirimleriniz şahaneydi. Ne kadar doğru bir yere dokunduğumu fark ettim. Belki yıllardır hepimiz bu konularda konuşuyoruz fakat bu serinin sonunda birikecek bilgiler gerçekten verimli olabilir. Heyecandan öte yetkililere belki küçük hatırlatmalar niteliği de taşıyabilir notlarımız.

Kadın konusunda yazmayı seviyorum, anlamışsınızdır. Kadının enerjisini ve gücünü takdir ediyorum, tehlikeli olsa da.  Fakat ortaya çıkarışları ve yaratıcılık yeteneği beni en çok etkileyen ve girişte yer alan cümle, çok değer verdiğim bir kadına ait. Meksika da Zapatista hareketlerini duymuşsunuzdur, bu direnişin kadın lideri Ramona’dan bir alıntı ile başladım. Liderlik ettiği dev topluluğa öyle bir değer yükledi ki, bir devrin başlamasına neden oldu bulundukları coğrafyada ve bizler uzaktan onları alkışlayarak destek verdik bağımsızlık savaşlarında. Böyle bir grubun başında kadın olmasının en etkili yönü, kadının kadınları bir araya getirebilme yeteneğini güzel ve adil kullanabilmesidir, üstelik bu dengeyi kurmak o kadar zorken. Bilirsiniz kadın, diğer kadının liderliğinden ve parlamasından haz etmez, biraz egoist bir haldir bu tüm yerkürede. Anne şefkati ile adalet duygusu birleşerek, toparlayıcı detaycılık da katılınca işin içine muazzam bir enerji açığa çıkar. Tabii bu enerji, kadının kendi içindeki sağlam ruh durumu ve dengeli davranışlarına bağlı olarak değişir.

Yaşadığımız çevreye etkisini bırakan kadınları anlatabilmek için uzak diyarların kadın figürlerinden bahsedeceğim.  Çerçeveyi daha geniş tutmak istiyorum. “Yüreğimdeki Ülkem” rahat okunan bir kitaptır. Şilili yazar Isabel Allende’nin 
 yazdığı bir o kadar da kuvvetli bir anlatıma sahip. Belki etkilenmemin başlıca nedeni hem kadın hem kent tasarımcısı olup, hem de kadın ruhuyla kentliye hizmet konusuna tutku ile bakabilmem. Isabel tam bir toplum bilimci yönüyle yaklaşmış, kültürüne ve kentin içinde yaşayan insanına. Bakış açısını çok sevdim haliyle.

Bu kitap kentte kadın kimliğini her yönden tekrar düşünmeme sebep oldu, köklerin ne kadar derine ulaştığını ve yüzeye nasıl yayıldığını hissettim. Erkek egemen kentlerde temelde tüm detayları kadının oluşturduğunu biliyorum. Kadın göz önüne alınarak planlama yapıldığında rahat ve kullanışlı mahalleler, sokaklar, pazar yerleri, iş sahaları, ulaşım, doğa gibi unsurlar nefes alıyor sanki. Gelişmiş dediğimiz kentlere baktığımızda bu yazdığım daha rahat anlaşılıyor.

 

Kadınla erkeğin bakışı değişkendir, yaşadığı yer, talepler, istekler ve hayallerinin farklı olduğu gibi. Fransız yazar ve filozof Simone de Beauvoir’in  doğa, kent ve kadın benzetmeleri aklıma geldi. Bilim tarihçilerinin onun doğayı kadınla, kent kültürünü de erkekle özdeşleştirilmesine büyük tepki verdiği bir makale okumuştum. Tam da burada cinsiyetçilikten bahsediyordu aslında. Toplumsal cinsiyetin oluşum süreçleri ile çevrenin oluşum süreçleri birlikte gerçekleşiyor günümüz kent yaşamlarında. Isabel Allende’nin kitabını okurken bu öğe çok dikkat çekici geldi bana.

Kentlerin şekillenmesinde kadın hassasiyetini yaşadım bir nevi.  

 

Kentin bir sokağında anneannesinin ıhlamur kolonya kokusunu bulan bir kadın, çocuğunun oynadığı parkta şahin bakışları ile ortamın güvenlik taramasını yapan bir anne, kuş sesleri içinde el ele oturduğu bank ve çevresinin doğal konforunu gözeten sevgili, okul yolunun düzgünlüğü, restoranların temizlik denetlemesi, araç park etme sıkıntısı, çirkin bina dış cephelerine pratik çözüm üretimi, tabela cehennemine gelen düzen, çöp yığınlarına kalkan haşin kaşlar, kentin içindeki yeşil yoğunluğunun artışı ve daha nice kadının kentle birebir etkileşim alanı ve konusu… Bir kenti kadın hassasiyeti ile ele aldığınızı hayal edin.

Kentin her köşesinin çitileye çitileye çamaşır suları ile yıkanması, çekmece içlerinin intizamı gibi tüm kent planlamasında düzeni tutturma çabaları, sokakta gördüğü kirli çocukların üst başlarının yıkanıp ütülenmesi, ter kokanlara bin bir çareler üretilmesi, gereksiz sokak lambalarının kapatılması ile başlayıp, kent girişinde ayakkabıları çıkartmak, araba lastiklerinin temiz bezle silinmesine kadar gider bu tatlı hayal… Zamandan tasarruf etmeye dönük çılgın hareketler,  annelik içgüdüsü ile yaratılan süper güvenli sokaklar, ücretsiz kreş ve bakım merkezleri, eğitime destek noktaları, bedava sağlık merkezleri, aşhaneler, kentin sanata iştahlandırılması, işler yolunda gitmediği zaman arada kafanıza fırlatılan kırmızı terlikleri de unutmayalım…

Hayal kurmak muazzam yaratıcı, her zaman kentlerde kadın yöneticilerin fazlalaşması hayalini kurmuşumdur, eğer isterlerse yaratabilecekleri dengeli sağlam etkileri düşünerek. Önce kent ve kent yaşayanlarını öncelik edinerek… Gerçekte kadın derinlemesine bütünüyle detaydır, kent de öyle. Akıllıca ele alınan her detay bütünü onarır, dönüştürür, kadının doğası gibi. Ne yazık bu bahsettiğim o kentler yok artık. Belki de bir ütopyadan bahsediyorum şuanda. Kendi doğasını yitirmeden, genleri bozulmadan geliştirebilmek artık sadece düş. Kent denen olguyu en iyi tanımlayan, sahip oldukları tarihtir dendi bize. Bu tarihsellik içinde birey olduğunu bilmek, ama ortak kültür bilincine sahip olmak demekti kentlilik, benim dağarcığımda. İşte tam da burada kadına yüklenen sorumluluğu hissediyor musunuz? Anne olarak, eş, sevgili olarak, yönetici, çalışan, sürekli eğitici, geliştirici ve dönüştürücü açık görüşlü kadın rolüyle…

"İNSAN" ana merkezde olduğu zaman planlanan tüm yeniliklerde, bugünün toplumunun ihtiyaçlarını doğru ve hassas okuyan kentliler kazanacaktır. Köyden kente göçün en ağır yaşandığı 50 ve 60’lardan sonra, ortaya çıkan dev sorunlara toplumcu çözümler üretecekler. Kooperatifler yoluyla konutlar ve ekonomik örgütlenmeler yaratacaklar. Sosyal projelere ve altyapı hizmetlerine ağırlık verecekler. Kısacası önce içinde bulundukları Türkiye’yi ve dünyayı iyi okuyacaklar. Projelerinde 10 – 20 yıl sonrasını hayal edip kısa vadede kar beklemeyecekler. Sabırla ve sürekli geliştirecekler, dönüşüm zincirini bozmayacaklar. En iyi uzmanlardan tavsiye alacaklar, dünya modellerini ve uygulamalarını inceleyecekler, en iyilerle çalışacaklar. Ayaklarını yorganlarına göre uzatırken cesur atılımlar yapmaktan da korkmayacaklar.


Bundan böyle mutlu yaşayacaklar” ile sonlanmasa da bu hayal;

Bir varmış bir yokmuş

Allah’ın günü çokmuş

Az gitmiş, uz gitmiş

Dere tepe düz gitmiş

Altı ay bir güz gitmiş
Bir de bakmış

Bir arpa boyu yol gitmiş…

Bu yazı toplam 5840 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
Dilek ALP Arşivi