Dilek ALP

Dilek ALP

KENT SERİSİ 105: GÖLGESİ KALAN MESLEKLER

KENT SERİSİ 105: GÖLGESİ KALAN MESLEKLER

USTALARIN KENTTEN ÇEKİLMESİ
Bir kentin hafızası çoğu zaman kitaplarda, arşivlerde ya da anıtlarda sanılır. Oysa şehirlerin gerçek belleği, sabahın köründen gece yarısına kadar sessizce çalışan ellerdedir. Çekiç sesinde, merdane izinde, yoğurulan hamurun kokusunda, bir taş ustasının yüzündeki çizgilerde saklıdır. Şehir dediğimiz şey, bir araya gelmiş binalar değil; o binaları yapan, yaşatan, onlara ruh veren ustaların uzun nefesli hikâyesidir. Bugün o hikâyenin son sayfalarında dolaşıyoruz.

Eskiden mahalle aralarında yürürken her sokağın kendine özgü bir uğultusu vardı. Bir yerde demir döven bir ustanın sesi, başka bir yerde mermer oyma atölyesinin kendine özgü toz kokusu… Ve elbette fırından yükselen o yanık odun, kızarmış ekmek, eski çırak sohbetlerinin iç içe geçtiği aroma. Bir zanaat atölyesinin kapısından içeri baktığınızda, sanki zamanın orada daha ağır aktığını hissederdiniz. Ritmi hızlı olmayan, sabrın ve tekrarın ustalığa dönüştüğü bir dünya.

Bugün aynı sokaklardan geçtiğimizde duyduğumuz tek ses trafik. Yan yana dizilmiş kuryeler, plastik tabelalar, hızla kapanıp açılan zincir dükkânlar. Artık bir mahallenin kendine ait kokusu yok; çünkü o kokuyu yaratan ustalar bir bir çekiliyor şehirden. Onların yerini alan şey, hızın ve ucuzluğun hüküm sürdüğü anonim bir üretim. Ustaların gölgesi kalıyor belki ama kendileri yok.

Peki, ne oldu? Bu sessiz göçün sebebi nedir?
Öncelikle işin ekonomik tarafı var. Bir marangozun, bir terzinin, bir fırın ustasının aylarca, bazen yıllarca sürdürdüğü öğrenme süreci, sermaye biriktirme imkanlarının daralmasıyla birleşince meslek cazibesini kaybetti. Gençlerin çoğu sıcak bir atölyeye, unlu bir tezgahta uzun saatler çalışmak yerine daha hızlı para kazanabilecekleri, daha steril, daha “modern” alanlara yöneldi. Ustalık bir zamanlar ömürlük bir meslek, bir gurur meselesiydi; bugün ise çoğu genç için ekonomik olarak belirsiz bir yol.

Diğer tarafta teknolojinin etkisi var. Seri üretim, standartlaştırılmış parçalar, fabrikasyon sistemler artık el emeğinin yerini aldı. Bir zamanlar şehrin her köşesinde karşımıza çıkan tamirciler, demirciler, ayakkabı ustaları, kalaycılar… Hepsi tek tek silindi. Çünkü bir malzeme bozulduğunda tamir ettirmek yerine yenisini almak artık daha kolay, daha ucuz, daha hızlı. Böylece zanaatın sürdüğü o döngü kırıldı.

Fakat ustaların kentten çekilmesinin ekonomik ve teknolojik açıklamaları kadar, ruhsal bir boyutu da var. Ustalık aslında bir “yer” mesleğiydi. Sokağa, mahalleye, komşuluğa bağlıydı. Usta, yalnızca iş yapan kişi değil; aynı zamanda mahallenin danışılan aklı, güvenilen eli, bazen sırdaşıydı. Bir ustanın elinden çıkan bir ürün, o usta hayatta olduğu sürece bir hatıraydı. Bugün şehir yaşamı bu bağı kopardı. Kent büyüdükçe, mahalle küçüldü; mahalle küçüldükçe ustalık için gereken o insani zemin dağıldı.

Şimdi çoğu usta, şehir dışına, daha sakin kasabalara, hatta kırsal bölgelere çekiliyor. Orada hâlâ yavaş akan bir zaman, tanıdık bir komşuluk ve emeğin karşılık bulduğu küçük pazarlar var. Kentte tutunamayan ustaların bir kısmı, o küçük yerlerde yeniden kök salmaya çalışıyor. Ama bu göç, aslında büyük bir kültürel kaybın işareti.

Çünkü bir ustanın yokluğunda yalnızca bir meslek kaybolmaz; o mesleğin dili, tekniği, ritüeli, hatta şehrin biçimi de kaybolur. Bir marangozun elini çektiği şehir başka bir şehirdir. Bir fırın ustasının sabah dörtte yaktığı ateş artık yanmıyorsa, o mahallenin sabahı da başkalaşır. Ustaların yokluğunda şehirler birbirine benzeyen maketler gibi olur: sessiz, kişiliksiz, kokusuz.

Yine de umut tamamen kaybolmuş değil. Son yıllarda genç kuşak arasında zanaata karşı yeniden bir merak filizleniyor. Küçük fırınlar, butik atölyeler, el işçiliğini yücelten girişimler çoğalıyor. Belki de hız çağının insanı, nihayet dokunduğu şeyin gerçek olmasını, bir emeğin izini taşımasını yeniden arzuluyor. Ustalığın gölgesinden tekrar ışığa çıkması, bu arzunun gücüne bağlı.

Ama bilmemiz gereken şu: Bir ustayı kaybettiğimizde sadece bir meslek değil, bir kentin hafızası eksiliyor. Belki tekrar kazanabiliriz, belki bazı şeyleri onaramayız. Ama en azından şunu hatırlamak zorundayız: Kent, ustalarıyla kenttir. Onlar çekildikçe şehir sadece büyür, ama ruhu küçülür.

Bu yazı toplam 3242 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
Dilek ALP Arşivi