Tuncer Altunbulak

Tuncer Altunbulak

Çarı Ağlatan Adam – Dostoyevski

Çarı Ağlatan Adam – Dostoyevski

Bugün Dostoyevski’den ve onun çarı ağlatan ünlü eseri Ölü Evinden Hatıralar’dan söz edeceğim. Dostoyevski bu eserini bir toplama kampından yazmıştır. Bu kampı mezarlıklara benzetmiştir; içindeki mahkûmları da yaşayan insanlar değil, yarı ölülere benzetmiştir. Yazar dört yılını burada geçirir; hem de ayaklarındaki prangayla.

Bu kampta hırsızdan kalpazana, ırz düşmanından ana-baba katiline, banka soyguncusuna kadar her türlü insan vardır. İçlerinde sakin, sessiz, iftiraya uğramış insanlar da vardır. Kampta içkinin ve kumarın yasak olmasına rağmen gizliden gizliye içki de içilir, kumar da oynanır. Öyle ki günlük tahinlerini, sırtındaki gömleklerini, değerli tespih, saat gibi eşyalarını kumara verenler vardır. Otuz, kırk hatta elli yıla mahkûm olanlar da bulunur.

Dünyanın en zalim ve en hoyrat insanlarından biri bu kampın sorumlu amiridir. Sevgili dostlar, anlattığım bu öykünün geçtiği dönem 18. yüzyılın yarılarıdır. Rusya’yı yöneten Çar, II. Aleksandır’dır.

“Çarı ağlatan adam” dedim ya, içinizden “Çarlar da, krallar da ağlar mı?” diyenler olabilir. Elbette ağlarlar; sonuçta onlar da bizim gibi etten, kemikten, kandan insanlardır. Onların da duyguları, vicdanları, merhametleri vardır. İnsanlar güldükleri gibi ağlarlar da. Çarlar, krallar, imparatorlar — yani kimse onlar — konumları ve sorumlulukları gereği iyidirler ya da kötüdürler. Sokaktan sıradan birini o makamlardan birine götürüp koysanız, anında sıradanlığını yitirir ve sıra dışı, hatta kötü biri haline gelir.

Burasını detaylı anlatacak değilim. Bu insanları değiştiren şeylerin en başında, devletteki rahatlık, bürokrasi ve onların üzerindeki para babaları vardır. Sözünü ettiğim dönem, çarlığın yaşadığı son dönemdir ve sözünü ettiğim çar da son çardır. Nazik, zarif, tutkuları olan, kibar bir adamdır. Aslında devleti o değil, yanında taşıdığı birkaç feodal toprak beyi idare etmektedir.

Çariçe’den uzun uzun söz etmek isterim ama aslında devleti idare eden, çarın eşidir. Sarayda bir de Rasputin isminde, sarayı ele geçirmiş baş belası, kaba saba bir papaz vardır. Biz dönelim çarın neden ağladığına.

Bu ağlama, normal birinin ölümü için ya da herhangi bir nedenden dolayı değildir. Çar II. Nikola, yazarın sözünü ettiğim bu kitabını bitirir bitirmez ağlamaya başlar. Yanındakiler şaşırıp kalırlar; kimse nedenini bir türlü soramaz. Sarayda ilk defa böyle bir olay yaşanmıştır. Çünkü çarın ağlaması, iktidarın sarsıntısı demektir.

Çar, neden ağladığını yanındakilere anlatmak zorunda kalır: Yazar bu kitapta Rusya’daki adaletsizlikleri, açlığı, yoksulluğu, toprak ağalarının ve bürokratların halka uyguladığı kötülükleri anlatmıştır. Çar, “Benim ülkemde, benim idare ettiğim yerde böyle şeyler mi oluyor?” diye yanındaki adamları sorguya çeker ve çoğunu bulundukları mevkiden uzaklaştırır.

Sevgili okurlar, bu kocaman bir romandır. Gerçekten bütün bu olayları merak ediyorsanız, bu kitabı okumanızı tavsiye ederim. Dostoyevski’yi böyle bir iki olayla, sözle ya da birkaç yazıyla anlatmak mümkün değildir.

Onun bir de Mariya’sı vardır; onun ilk göz ağrısı, ilk aşkı, ilk eşi ve dünyada en çok sevdiği kadındır. Mari, başka sevgilileri olmuş olsa da hiçbirisi Mari’yi tutamamıştır. Mari’yi hayatı boyunca hiç unutmamıştır.

Mari’yi biraz anlatmak isterim: Mari Dmitriyevna kafadan çatlak, sinirli, aksi, veremli bir kadındır. Dostoyevski’yle bir yıla yakın yaşamıştır, sonra da ölmüştür. Dostoyevski evden çıkacağı zaman, evde Mari’yi rahatsız eden cinleri, şeytanları da alıp çıkarırmış. Bunu nasıl yaptığı anlaşılmaz ama yaptığı doğrudur; çünkü Mari, evde şeytanların ve cinlerin olduğunu düşünüyormuş.

Yazar bütün romanlarında Mari’yi anlatır ve bu yarı deli kadını bütün kadınların örnek almasını ister. “Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş.” desek, doğru söz söylemiş oluruz. Dostoyevski de Mari’den çok farklı biri değildir. Bir röportajında, Mari’nin çirkin olduğunu söyleyenlere “Siz onun bir de ağladığı zaman görseniz; en çok ağladığı zamanlarda güzel oluyor.” der.

Yazar, bu deli kadını Yufka Yürekli öykü kitabında detaylı olarak anlatır.

Ee, bir de Dostoyevski’nin Anna Grigoriyevna’sı vardır; Mari’den sonra ölümüne kadar evli kaldığı kadındır. Dostoyevski’yi biraz da Anna’nın dilinden anlatalım:

Anılarında şöyle der: “Bugün çok somurtkan, çok kederli, büyük bir panik nöbeti geleceğinden korkuyor.” Burada “panik” dediği, Dostoyevski’nin sara hastalığıdır. Deliler evine götürülmekten korkuyor. Bu hastalık gelmeden on dakika önce çok sinirli, çok aksi ve çekilmez oluyor. Sara hastalığı onu perişan ediyor. Kütüphaneler dışında her yerden sıkılıyor, en çok da yoksulluğumuza üzülüyor.

“Bugün nişan yüzüğünü ve paltosunu rehinciye vermeye gitti.”

Bütün bunların yaşandığı dönem, Dostoyevski’nin yurt dışında, yani İsviçre’de olduğu bir dönemdir.

Bu yazı toplam 2290 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Tuncer Altunbulak Arşivi