Dilek ALP

Dilek ALP

“HABERLER BİTTİ SIRADA OYUN HAVALARI”

“HABERLER BİTTİ SIRADA OYUN HAVALARI”

Geçtiğimiz gün çok değerli gazeteci Ünsal Ünlü ’nün hafta içi her gün yaptığı podcast yayınında bahsetmesiyle eski günlere gittim, 2011 yılında kaybettiğimiz saygın TRT spikeri Jülide Gülizar'ın akıllardan çıkmayan anonsuydu bu. TRT haberleri biter bitmez “Haberler bitti sırada oyun havaları” anonsu gelir, insanın kanını kaynatan hareketli havalarımız başlardı. Sonradan kitabına da aynı adı verdi 1994 yılında yazdığı. Kitapta, Türkiye'de radyo yayıncılığının gelişimi Jülide Gülizar'ın harika anlatımıyla ruh buluyordu. Okumayanlara tavsiye ederim ama sahaflarda bile zor bulunan bir kitaptır.

Seçimler bitti, herkes farklı okumalar yapıyor tarafsızlık adı altında. Daha da konuşulur uzunca bir süre. Ben de kendi açımdan kabaca şöyle değerlendirebilirim; oy kullanmasının kesinlikle hak olmadığını düşündüğüm büyük bir Suriyeli ve Afganistanlı kesim var. Ağustos 2022 itibarıyla Türkiye'de "geçici koruma" statüsündeki Suriyeli sayısı resmi rakamlara göre 3 milyon 600 bin kişi olarak kayıtlara geçmiş. Bu rakam sadece Suriyeliler’e ait… Dünyada ki en büyük “açık mülteci kampı” durumundayız, gurur mu duymalıyız bundan karar veremedim.

Oy oranlarına göre seçmenlerin yarısı “evet kesinlikle, yaşadığım düşük hayat standartlarından memnun değilim, değişim istiyorum” derken diğer yarısı “hayır ben değişmek istemiyorum, hayatımdan, alışkanlıklarımdan, ekonomiden çok memnunum” dedi. Bunu da saygıyla kabul ediyorum artık. Kolay değil, değişim cesaret işidir. Konfor alanından çıkıp yeniden, hatta sıfırdan başlamaktır. Kısaca zor olandır. Çalışmaktır, çalışmak… Hele Türkiye’de bu istenen değişim en az 10 yıl sürecek (insaflı davranıyorum) bir yeniden yapılanma içeriyorsa.

3 gün önce, Türkiye aleyhine şimdiye dek çok sayıda olumsuz görüş bildiren Hollanda milletvekili ve eski Avrupa Birliği Türkiye Raportörü Kati Piri çok şaşırtıcı bir çıkış yaptı tüm Avrupalı liderlerine;

"Sırf sığınmacı akınının önüne geçmek istediğiniz için otokrat Erdoğan'ı tebrik ediyor, ona 'dostum' diyorsunuz. Tabii ki siyasi tutuklular, demokrasi hayali kuran Türk gençliği ve ezilen azınlıklar umurunuzda değil. Erdoğan'ı tebrik eden bütün Avrupa Birliği liderlerine soruyorum: Batı değerlerini savunan ve demokrasi için oy veren 25 milyon muhalif seçmen için de herhangi bir mesajınız var mı?"

İşin doğrusu, kimdir-nedir tanımam bu milletvekilini ama sözlerine ekleyecek bir nokta bulamadım, üzerinde iyi düşünmek gerek… Avrupalılar’ın ne kadar samimi ve sıcak davrandıklarını iyi biliriz. Bu kadar fazla ilgi ve övgü hep endişe vermiştir bana. Ama “alan memnun-veren memnun” misali. Kazan-Kazan teorisi işin özeti. Şuanda dünya ülkelerine nasıl korumacı tampon olduğumuzun hepimizin farkındayız, tüm bunlara gerek var mı? Koca bir H A Y I R… Bu işten kim/kimler kazançlı bu açıdan düşünmeli. Kimin/Kimlerin işine yarıyor bu durum? Türkiye’nin ve Türk Halkı’nın olmadığı kesin.

Seçimleri bir parti savaşı haline dönüştürmek yanılgısına düşen bir nüfus var ne yazık ki… Benim hayatımı ve geleceğimi, parti ideolojilerinin belirliyor oluşu çok acı ve tehlikeli. Ben en başta ülkemin geleceği, ülkemin avantajları, adımızın dünyada saygın bir platformda yer alışı ve toplumsal standartlarım için “değişim” tarafındayım, her zaman da böyle olacak.

Devletlerin başa kim gelirse gelsin değişmeyen toplumsal yasaları, 5/10/50 yıllık kalkınma planları, bütçe kanunları ve dengeli iç ve dış yönetim tarzı olur. Bu da yönetime kimin geleceği ve devletin hangi rüzgâra kapılacağı endişesini tamamen ortadan kaldırır. Düşünceler birbirinden farklı olsa da aynı şekilde yönetileceğinden emindir kişiler. Adalet ve ahlaki değerlerin dönemsel değişmeyeceğinden şüphe duymaz. Sade vatandaş anayasa değişikliği, mülteci sorunu, savunma stratejileri, kalkınma planları ile ilgilenmek zorunda değildir. Politikaları takip eder ve seçim zamanı buna göre oy verir, ülkesinin geleceği ile ilgili korkuları olmaz.

Kim tarafından ya da hangi parti tarafından yönetildiğimizin aslında bir önemi yok. Devlette süreklilik ve denge unsuru asıldır. Eğer öyle bir takıntım olsaydı 33 yıllık kurumsal iş hayatımda, devlet kurumlarında muhafazakâr partilerle uzun yıllar çalışmam mümkün olamazdı. Kişilerin fikirlerinin benimle aynı olmayışı beni rahatsız etmez, tam tersine yaratıcılığıma güç kazandırır. Nerede bir hantallaşma varsa derhal değişime uğramalı düşüncesi temel hayat görüşümdür. Körü körüne bağlılıkları, vazgeçememeleri ise kronik rahatsızlık olarak görürüm. Takıntılı sevgili misali…

Doğum sancısı çekiyor Türkiye’m. Doğumun zamanı belli değil, doğumun şekli de… Neyse biz şimdilik bunları güzel kafalarımıza takmayalım, haberler bitti sırada oyun havaları…

Bu yazı toplam 16916 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
Dilek ALP Arşivi