Dilek ALP

Dilek ALP

BİZİM AİLENİN KADINLARI

BİZİM AİLENİN KADINLARI


Mutfak kesif maya kokuyor, nostaljik aslında. Bana başka mutfakları hatırlatıyor, benim olan mutfakları belki de. Anne kokuyor, büyükanne kokuyor, gerçi benim annem ekmek yapmazdı. O zaman ben gibi kokuyor, önceki zamanda, anne olduğumdaki ben gibi.”

Margaret Atwood

*

Eminim hayatlarımdan birinde duygularını hüzünle yaşayan, sessizce, ekmek yapan, çiftçi bir hahamdım. Ortaçağın gri rengi çok uygun hayalimdeki bu kompozisyona. Biraz hüzün dolu, agresif ritmler taşımalı rüzgar hatta. Sonunu göremediğim arazide yaşamalıyım ve toprakta çalışmalıyım, bitkilerin seslerini duymalıyım her gün. Yürüyerek, manzaranın tadını yüreğime çıkararak, hayvanlarla konuşmalı, seslerini ve kokularını sindirirken saatler harcamalıyım. Kollarımı esintiye açıp, kalbimdeki seslerle mırıl mırıl şarkılar söylemeliyim. Yol boyu bütün tanıdığım bitkilerin Latince adları ile onlara hitap ederek süper egomu şişirmeliyim, ağaca sırtımı dayayıp, koyunları dinlemeli kalbimin atışını duyabilmeliyim...

Çocukluğum kırsalda şekillendiği ve köy hallerinin en güzellerini yaşayarak büyüdüğüm için bu duygulara uzak değilim, ondandır sık sık evin karşı dağlarına kaçışım, hadi gidelim dendiğinde ilk aklıma gelenin su kenarı ya da yeşil sessizlikler oluşu... Çocukluğumu başka yüzyılda yaşamış gibi hissediyorum çoğu zaman. Kendi yaşantıma dair sade ve basit detaylar şuan ki hayat standartlarımıza göre ne kadar da ulaşılmaz geliyor.

Çoğu tatil ve bayramlarımızı bir arada geçirdiğimiz büyük babamların ahşap köy evi benim için kutsal kaleydi. Orada geçirdiğim her dakika içime sindirdiğim, kalbime kazıdığım çocukluk anılarım oldu. Evin önünden geçen derenin içinden çıktığım zamanlar aile bireyleri ile sosyalleşebiliyordum. Yine de yalnız kalmak çok ayrıcalıklıydı benim için. Güvenli evlerin, güvenli bahçelerin, güvenli insanların olduğu bir dönem ne kadar şahane olabilir hayal edin… Tipik ahşap köy evlerinin altı ahırdır ve orada yaşayan dostlarımız da ailenin fertlerinden sayılır. Atlar, eşekler, inekler, koyun ve keçiler, tavuklar… Onlara yarenlik yapan köpek ve kedileri saymıyorum. Çoğu günlerimi ahırda onlarla geçirdiğimi hatırlıyorum ve samanların arasında uyuya kaldığımı. Kendimi onlardan farklı görmediğim, tüm canlı türlerini bir tuttuğum günlerdi. Cinsiyet ayrımı yapmadığım dönemde o yaşlara denk gelir.

Babaannemi ahşap mutfağında yemek yaparken seyretmek zevkten deliye çevirirdi beni. Sessizce izler ve aile tarihimizle ilgili konuları dikkatle dinlerdim. Bazı anlattıklarını unutmamak için sürekli içimden tekrarladığımı biliyorum. Yaşım 4 ya da 5 belki. Karanlık serin odada, tel dolap içinde, ahşap kaplarda duran özel otlu ve küflü peynirler, tavana kadar askıda kurutulmuş yufkalar, peksimetler, testilerde zeytinyağları, her cins zeytinler, dev fıçılarda zevkle ayaklarımla ezdiğim üzüm pekmezleri, peteklerinde ballar, kara ekmekler, kaplara basılmış mis kokulu tereyağları, dibek taşında öğütülmüş unlar, toplanan günlere göre istiflenmiş yumurtalar ve daha aklıma gelmeyen niceleri... O karanlık odaya girdiğimde, tüm kokuların karışmış aromatik etkisi ve yüzüme çarpan serin hali şuan dahi burnumun ucunda. Çok özlediğimi hissediyorum.

Boyumun tezgâha anca ulaştığı yaşlarda, anneannemin özgün mutfağında ona yardım ederken kendimi buldum. Geleneksel mutfağının harikulade lezzetlerinin yanında kendi reçeteleri de vardı. Babaannem gibi kuvvetli ve sağlam bir tarzı olan kadındı anneannem. Tanıdığım en otorite dişi diyebilirim. Seyrederken büyülenirdim. Onu ve sesini taklit ederdim. Baş aşçı disiplini ile mutfağı sakin ve kararlı kullanışı, eşsiz kıvam tutturuşu, lezzet ve koku uyumu, hassasiyeti, kısaca her şeyi aslında beni etkiliyordu... Hele o mutfağa girdikten sonra heybetli bir şekilde beline keten, kenarları tığ işi önlük bağlayışı. Aynısını ben de yapıyorum fark etmeden şimdi, o önlük bele sarıldığı an turbo güce erişmiş bir enerji çıkıyor içimden.

Annem okulundan mezun olarak ve teyzem ilgi ve bilgisiyle başarılı takipçileri oldu bu mutfağın. Ben ise bu sürecin en çılgın finali oldum derken oğlum bana yetişti ve yeni mezun şef olarak yıldızlı sahalara indi. Benim kaynağım büyükannelerimin mutfağı oldu. Mutfak Hikâyeleri ile büyüdüm. Klasik reçeteler, özü muhafaza edilerek saygı ile değişime uğradı benim ellerimde, sade, akılda kalıcı, iştah açıcı reçeteler hazırladım lezzetimi sevenlere. Kitaplığıma henüz sığdıramadığım dünyanın her köşesinden topladığım yemek kitaplarımı (özellikle ekmek) inceleyerek kendi lezzetlerimin peşine düştüm. Her fırsatta deniyorum, bozuyorum ve yazıyorum. Farklı baharatlar, lezzet arttırıcılar, taze otlar, kıvamlar ve kokular. Ama temel olan bir şey var benim için; pişirdiğim her ne olursa olsun özenle, sevilerek yeneceğini bilerek, basit ve pratik hazırlanıp benden olur, sunacağım kişi bunu kalbinden hisseder. Bazen kolaya kaçıyorum bazen de özene özene sündürüyorum her şeyi. Yapabilirsem, yenmeden hemen önce pişirmeyi seviyorum, belki de sevdiklerimin hemen yanı başında, sohbet ederken... Büyükannelerimin benimle yaptığı gibi yetişkin konuşmalarında...  
"Kötü gününde maskeli dostlar bulmak çok kolay, önemli olan iyi gününde maskesiz dostlarla kalabilmek…" derdi babaannem, anlayamazdım bu felsefeyi. Yıllar geçtikçe bu cümlenin manası tecrübe ile sabitlendi. Zorlu günlerimde dost gibi yaklaşanların çoğunu iyi günlerimde kaybettim dedikleri gibi. Elimde kalanlar ise sertifikalandırılmış, hayat boyu peşlerini asla bırakmayacaklarım. 

Bizim ailenin kadınları, sizin ailenin de kadınları gibi, Özdemir Asaf’ın eşsiz sözleri ile

“Hepinizi öyle seviyorum ki.
Siz türlü türlü milletlerin anneleri oluyorsunuz.
Asker olacaklarını,
Dâhi olacaklarını,
Şef olacaklarını düşünmeden,
Sevmek, gene sevmek için
Çocuk doğuruyorsunuz…”

 

Bu yazı toplam 6846 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
Dilek ALP Arşivi