Halil Yeni

Halil Yeni

Yılmaz Güney’e Neden Saldırıyorlar?

Yılmaz Güney’e Neden Saldırıyorlar?

Cannes, bugün olduğu gibi geçmişte de dünyanın en büyük uluslararası film festivallerinden biridir ve 1982 yılında gerçekleşen festivalin sonuçları açıklanmak üzeredir. Salonda heyecanlı bir bekleyiş vardır. Kapalı zarf açılır ve belki de o zamana kadar kimselerin pek tanımadığı bir sinemacının ismi salonda yankılanır. O isim Yılmaz Güney’dir…

“Yol’’ filmi 1982 yılında 35. Cannes Film Festivalin’de Costa Gavras’ın “Kayıp’’ filmiyle birlikte Altın Palmiye ödülünü alır. Bu ödül hem Yılmaz Güney hem de Türkiye sineması adına o zamana kadar elde edilmiş en büyük başarıdır. Fakat Fatoş Güney’in anlattığına göre, o gün bu büyük başarıyı kürsüde, sağ yumruğunu yukarı kaldırarak kutlayan Güney’in ödül töreninden ayrılırken cebinde taksiye verebilecek parası yoktur.

1982 yılında Dünyanın en büyük ödüllerinden birini, Altın Plamiye’yi, 1983 yılında ise Fransa da “Eleştirmenler Ödülünü” alan film ancak on yedi yıl aradan sonra eşi Fatoş Güney’in büyük uğraşları sonucu İstanbul Abdi İpekçi Kapalı Spor Salonunda gösterilirken salon tıklım tıklım doludur. Filmi izlemeye sekiz bin kişi gelmiştir.

Güney’e yıllarca yol arkadaşlığı yapmış Tarık Akan onun ölümünden sonra yazdığı bir yazıda şöyle der, ”Yıl 1977 – 1978 İzmit Cezaevi’ne ne zaman gitsem, Yılmaz Ağabey hep mide sancıları içinde kıvranıyor… Ama o gün her zamankinden daha farklı ve daha fazla sancı çekiyordu. Hep söylediğim şeyleri tekrar söyledim: – Yılmaz Ağabey, ne olursun İzmit Devlet Hastanesi’nde ameliyat ol! Kurtul şu sancılardan! İstersen, doktorları İstanbul’dan getirteyim. Cevap, bundan öncekilerden farksızdı: – Hayır Tarık! Ameliyat masasında bırakırlar beni… Ve arkasından tıpkı bir pinpon topu gibi; Toptaşı Cezaevi, İmralı Cezaevi, Isparta Yarı açık Cezaevi… Ve her gidiş onu birazcık daha zayıflatıyor, biraz daha sinirlendiriyor. Ve her gidiş onu birazcık daha parçalıyordu. Ve sonra Paris, mide kanseri…”

Belki de hastalığından kaçmasının ve ameliyat masasına yatmamasının en büyük sebebi bir tane daha fazla film yapabilmek içindi. Yılmaz Güney “Duvar” filminden bir yıl sonra, 1984 ‘te Paris ’te mide kanserine yenik düşerek hayatını kaybetti.

Yılmaz Güney yalnızca sinemacı değil, aynı zamanda bir edebiyatçı ve siyaset insanıydı. Film senaryoları gibi öyküleri ve politik değerlendirmeleri de vardı. Fakat sinemacı yönü hep ağır bastı. Çünkü o sinemayı eşit, özgür ve adaletli bir dünya kurma mücadelesinin en önemli araçlarından biri olarak görmüş, devrimci düşüncelerini geniş halk kesimlerine, yaptığı filmler üzerinden anlatmaya çalışmıştı. Bugün Yılmaz Güney ile uğraşanların esas dertleri budur.

İzleyenler hatırlayacaktır. “Umut” filminin son sahnesinde Azem, (Yılmaz Güney ) arkadaşı Cemil’ in burjuva bataklığından çıkamayacağını anlayıp, yanından ayrılırken, burjuvaziyi temsil eden karakter Ahu, Azem’e bir tokat atar ve “Şimdi gidebilirsiniz” der. Âzem ise yumruğunu sıkar, gülümser ve “Bu tokadın hesabını bir gün mutlaka soracağız’’ der.

Bugün de Yılmaz Güney’i ‘’sağ’lı’’, ‘’sol’lu’’ yumruklarla nakavt etmek isteyenlerden geçmişte olduğu gibi gelecekte de hesabı zaman soracak, onların isimleri tarihin karanlığına gömülürken, Yılmaz Güney ölümünden yüzyıl sonra bile hatırlanıp, anılacaktır.

Bu yazı toplam 13297 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Halil Yeni Arşivi