Aktan Uslu

Aktan Uslu

Seve seve, güle oynaya, yürekten özür dilerim

Seve seve, güle oynaya, yürekten özür dilerim

Öncelikle ifade etmek isterim ki özür dilemek, utanılacak değil çok çok kişiyi özre iten kusur veya eksiğinden ötürü mahcubiyet içeren bir jesttir diye düşünmekteyim. Ancak ne kadar dikkatinizi çekiyor bilmiyorum ama özünde bir olgunluktur, günümüzde utanılacak hale gelmiştir. Ve ola ki özür dilenecekse, “Özür dilerim” ifadesi yerini, “Kusura bakma”ya dönüştürmüştür. Bakarım ben o kusura.

“Kusura bakma” şu gibi durumlarda geçerli olabilir. Bu yorumu bugün tamamlayacak, yarına sarkıtmayacağım. Uzun olabilir. Kusura bakmayın…

26 Eylül Salı günü yani sözleştiğimiz günde, 13.30 itibariyle İlçe Milli Eğitim Müdürü Şener Doğan ile bir araya geldik. Sohbet yoğun bir görüşme oldu ama daha başında, Sultan Orhan İlkokulu’na dair demeç istedi. Benden sebep, konuya dair demeç vermeyeceğini söyledi. Sebebini sordum. Anlattıklarına kısmen katıldım, kısmen katılmadım ve kendisine de ifade ettim. O demeci alamadım. Sayın Kaymakam Mehmet Ali Özyiğit ile demeci almayı deneyeceğim.

Şu tespitimi de paylaşmak isterim. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nu az çok bilirim. Yasa, yönetici kademesindeki devlet memurlarının, bürokratların kendi konularına dair basına bilgi ve hatta demeç vermelerine, yorum katmamaları şartıyla olanak tanıyor. Ama çok kritik bir tarihtir ki 15 Temmuz 2016 tarihli FETÖ’nün hain darbe girişimi sonrası, bürokrasiden o bilgiyi koparmak deveye hendek atlatmak gibi bi’şi… İlgili tarih öncesi, sanki daha elverişliydi.

Şayet Özyiğit’ten şu soruyu da yönelterek demeci alırsam, kamuoyuna yönelik bir özür borcumu yerine getireceğim. Soru şu: “Sultan Orhan’ın öğrencileri, Kroman Çelik’e taşındı. Olgun yurttaşlar için yürüme mesafesi ama çocuklar için aynı şey söylenebilirse, eyvallah. Söylenemezse ve bilinen en kısa mesafeli servis ücreti aylık 1500-2000 TL gerçeğinden esasla bariz şekilde zamanlama hatalı tahliye velileri mağdur etti mi, etmedi mi?”

Henüz fiiliyata geçirmek için şartların oluşmadığı olası özrümü şu şekilde tasarladım: Her ne kadar sebebi şahsım ve kurumum zemininde basın olmasa dahi kamuoyuna gerekçesi itibariyle yanlış bilgi aktardığımdan ötürü İlçe Milli Eğitim ve Kaymakamlık değil ama kamuoyundan özür dilerim. Kimse kusura bakmasın. Yanlışıma sebep olandan, özür dilemem.

Gebze İlçe Milli Eğitim Müdürü Şener Doğan’dan bir ifade biçimimi, kendince o şekilde yorumladığı için özür dilerim.

Bunda da temel dayanak şu. Şahsıma ait bir teori olmamakla birlikte şahsımı merkeze aldığımda neyi hangi düşünceyle ifade ettiğim değil muhatabının neyi algıladığır. Ben Şener Doğan’a, “Size yönelik yüz kızartıcı bir suçlamada değil eleştiride bulundum. Sizi yolsuzluğa seyirci kalmakla eleştirdim” dedim. Doğan, “Ben bunu yüz kızartıcı suçlama olarak kabul ederim. Hiçbir zaman yolsuzluğa seyirci kalmadım, kalmayacağım” deyince, “Böyle algıladığınız için özür dilerim” dedim. Buradan da yazılı olarak ifadeyle, özür dilerim.

Şener Doğan, “Demeç değil sohbet” dediği için detayına giremem. Ama Şener Doğan, Yenimahalle İlköğretim Okulu Müdürü Ebubekir Zorlu’nun oğlu üzerine kurulu, MEB’in EBA yayınlarını ticarileştirerek ahlaksız ticaret yapan Zorlu Tedarik’e dair konunun üzerine gitmiş, iddialara seyirci kalmamış.

Samimi buldum, ikna oldum. Ben, Şener Doğan’ın yolsuzluğa seyirci kaldığına dair kamuoyunu yanlış bilgilendirdim. Şener Doğan, “Ben sana bunu söylemiştim” dedi. Israrla söylemediğini, söylese hafızama kazınacağını söyleyince, “O zaman söylemeyi unutmuşum” dedi. İşte bu sebepten ötürü Şener Doğan’dan değil ama sebebi ne olursa olsun yanlış bilgilendirdiğim kamuoyundan seve seve, güle oynaya özür dilerim. Yanlışıma sebep olan Doğan’dan, kusura bakmasın (kusura bakmasın bu gibi durumlarda tercih edilmesi gereken ifade biçimidir kanaatindeyim) dilemem.

Bir de şu detaylar var:

Suçun kişiyi bağlayacağını bilecek kadar hukuk bilgim var. Ben Zorlu Tedarik firmasını konu ederken ısrarla –dönemin- “Yenimahalle İlkokulu Müdürü Ebubekir Zorlu’nun oğlu üzerine kayıtlı” tanımlaması ile, zaman zaman oğlunun ismi söylense dahi pas geçiyorum.

Öncelikle; herhangi bir bürokratın veya yönetici kademesinde olmayan devlet memurlarının kendi alanlarıyla ilgili olarak aileleri veya geniş ailelerinden biri üzerine kayıtlı 10’larca örnek sayarım.

Zorlu Tedarik dahil hepsi de yasaldır. Vergiye tabidir, kayıtlıdır..

Eğitim camiasında Ebubekir Zorlu ne bileyim Önder Okulları ile ilişkili Adem Şit ve yakın çevreleri neredeyse okullarda servis işi dahil rant getiren ne kadar iş varsa, dört koldan giriştiler. Abartıyorum veya abartmıyorum, günlük mesailerinin çoğu asli işlerinde değil ek bir sürü işlerinde geçiyor kanaatindeyim. Yani sosyal medya paylaşımlarından dahi bu izlenimi edinmek mümkün.

Ama Zorlu Tedarik vakası, bir ahlaksızlık, bence yolsuzluk vakasıdır.

Kulağıma geldi: Ebubekir Zorlu’nun oğlu aleyhimde dava açmış. Üste de 12 bin lira, benden kazanmış.

Helal haram ver Allah’ım, bu fakirin yer Allah’ım” misali.

Öyle bir dava açılmadı, açılamaz, açılamayacak. Yürek ister yürek.

O ahlaksız ticareti yaptınız. Kendi sosyal medyanızdan duyurdunuz. Üstelik devletin memuru olarak, MEB’in “Ticareti yapılamaz” şartlı EBA yayınlarını bastınız. Arama motorlarından okuldaki etkinlikte öğrencilere Kur’an dağıtırken, ya da 15 Temmuz yıldönümlerinde Türk Bayrağı sallarken olan fotoğraflarınız bile üzerini örtemez.

Baba oğul, ahlaksızsınız.

Alın bu yorumla gidin mahkemeye.

Şunu diyeceğim hâkime: Siyasal İslamcı vahşi kapitalist düzende gırtlağına kadar çamura batan ülkemde ahlaksıza ahlaksız demek suçsa, o suçu işleyeceğim. İş bu sebepten ötürü para cezası ödemekle cezalandırılacaksam, parasını ödeyip diyeceğim.

Hadi giden mahkemeye.

Tahrik de edeyim: Tavuk kadar yüreğiniz varsa davacı olun.

Hakime aynısını demezsem, meslekten istifa edeceğim…

Bu çürük, kokuşmuş, bozuk düzende itibar görmeniz çok bi’şi ifade etmez. Size varana kadar nelerini gördüm.

Kendi sektörümde; çocuk tacizi belgelenen, hakim tarafından onaylanıp tutuklanan ve hüküm giyenin, kendi kendine taktığı ve ahlaki değerler içeren “Duayen” unvanını düstur kabul edip mikromilliyetçilik boyutundaki hemşericilikten dahi kollandığını gördüm.

1980 öncesi hatta sistemin tam yerleşmediği 1990 bilemedin 2000’de Türkiye’de o suçu işleyenden önce hemşerileri utanırdı. Günümüz Türkiyesi’nde bürokrasi ve siyasi çevrelerde bile, baştacı, “Duayen!”

Bu arada iktidara yakın Eğitim Bir-Sen camiasının önemli bir kısmına da bir çift lafım var: Gerek İlçe Milli Eğitim Müdürlükleri gerekse okul müdürlükleri için gruplaşarak, “Yasak Elma” adlı paso entrika içerikli dizinin senaristlerine parmak ısırtacak çekişmeleriniz şahsımda basını bağlamaz ya da bağlananı bağlar.

Görev yaptığınız okullarda milli bayramlarda bir formaliteyi yerine getirir hale geldiniz. Tekrar ederim. Kimilerinin ek ticaret mesaisi, asıl mesaisinden fazla. Hatırlatırım. Formaliteden andığınız Ulu Önder Atatürk, “Vatanını en çok seven görevini en iyi yapandır” da demişti. O’nu da mı yanlış anladınız. Kamusal göreviniz kast edildiydi, ek “göreviniz” değil…

Bu yazı toplam 5746 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
Aktan Uslu Arşivi