Halil Yeni

Halil Yeni

Hiç Yoktan Susturulan Şarkımız: Ahmet Kaya

Hiç Yoktan Susturulan Şarkımız: Ahmet Kaya

Lise yıllarımızın en gizli siyasi faaliyetlerinden biriydi belki de: İşportacıdan aldığımız korsan Ahmet Kaya, Ferhat Tunç, Selda Bağcan kasetlerini okulun sote köşelerinde birbirimize verir, “Evde dinle, kimseye yakalanma” diye fısıldardık. O türkülerin etkisiyle, okul sıralarına, anı defterlerine, kitap kenarlarına yazdığımız dizeler vardı: “Acı çekmek özgürlükse özgürüz ikimize de” ya da “Yaşamak direnmektir.”

Deli gibi severdik bu halk sanatçılarını. Ama onları dinlemek suçmuş gibi davranılırdı. Sanki bir türküyle bölünecekmiş memleket, sanki bir şiirle yıkılacakmış düzenleri.

Ahmet Parmaksızoğlu Ticaret Meslek Lisesi’nde okuduğum yıllarda, bir gün dersteyken kapı aniden açıldı. Disiplin kurulu hocaları sınıfa baskın yapar gibi girdi. Herkes ayağa kalktı, çantalar ve cüzdanlar masaya kondu. Fişlenmişiz ya, adrese teslim misali, en ön sıradan kalkıp en arka sıraya geldi o Sosyal Güvenlik hocası. Beni aramaya başladı. Üzerim, ceplerim, sıramın altı, üstü, çantam, defterlerim… Hiçbir şey bulamadı. En son cüzdanıma baktı. Ve bir anda heyecanla bağırdı: “Buldum hocam, buldum!” Bütün gözler bana çevrildi. Elindeki “örgütsel dokümanı” gururla gösterdi.

Ülkeyi bölmenin eşiğine getirecek o büyük suç delili: Ahmet Kaya ve Yusuf Hayaloğlu’nun yan yana gülümseyen bir fotoğrafıydı. Evet, bulduğu şey buydu. Şarkıları ve şiirleri milyonların dilinde gezen halk sanatçılarının yan yana bir fotoğrafı. Ama o hoca, fotoğrafa el koyarak sanki vatanı kurtarmıştı. Artık milletimiz can güvenliğiyle normal hayata dönebilirdi.

Okulun son günleri geldiğinde, aynı hoca bana dönüp şöyle dedi: “Benden nefret ettiğini biliyorum ama yaptıklarım senin iyiliğin içindi.” İnanmadım. Çünkü o hoca bana hiçbir şey öğretmedi. Ama Ahmet Kaya öğretti. “Ne Kadınlar Sevdim”le Attila İlhan’ı, “Hasretinle Prangalar Eskittim”le Ahmet Arif’i, “Acılara Tutunmak”la Hasan Hüseyin’i, “Bir Elinde Das Kapital”le Karl Marks’ı tanıdım. Ahmet Kaya bana bunları öğretirken, o hoca ense saçım uzun diye beni derse almıyor, kitaptan okuyup deftere işletiyordu. Tabii ki o hocadan nefret edecek, Ahmet Kaya’yı daha çok sevecektim.

Okul bittikten sonra onu bulmak istedim. Aradım, taradım. Bulamadım. Tayini çıkmış, gitmişti. Söyleyemediğim iki çift söz yıllarca boğazımda düğümlü kaldı.

Ahmet Kaya’nın ölümünün üzerinden çeyrek asır geçti. Yirmi beş yıl. Ama zaman onu unutturmadı. Çağının çok ötesinde bir sanatçıydı. Ve çağı onu zamanında anlayamayarak cezalandırdı. 16 Kasım 2000’de Paris’te sürgünde öldü. Ama şimdi daha iyi anlıyorum: Ölüm, bazıları için bedenin yok oluşudur; yaşamın değil.

Ahmet Kaya hâlâ yaşıyor. Cüzdanlarda, defter kenarlarında, okul sıralarında, türkülerin içinde. Ve biz hâlâ onu seviyoruz. Çünkü o bize sadece şarkı söylemedi. Bize düşünmeyi, direnmeyi, sevmeyi öğretti. Sağlıcakla kal iki gözüm. Senin sesin hâlâ buradayken, biz de senin yanındayız.

Bu yazı toplam 2430 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Halil Yeni Arşivi