Yerel Seçim Sonrası…

Yerel Seçim Sonrası…

 

     Yerel seçim sonuçları; nice şaibe savlarıyla yüklü, yıpranmış, çelişki ve başarısızlıkları ortaya serilmiş olan bir siyasal iktidarı yerinde tuttu. Gözleri perdelenmiş ve zihinleri koşullanmış birtakım kitleler şaşılacak kayıtsızlıkla bildiklerini okudular. Yerel yönetimin önemi nedir?

     Yerel yönetim olgusu, evrensel bir kabulle ‘yerinden yönetim’ idealini temsil eder. Parlamenter düzenin çeşitli aşamalarla ulaşılan merkezi buyurganlıklarla dolu işleyişi yerine, toplumun doğrudan iradesini yansıtır. Yerel yönetim kurumunun somut kuruluşu olan Belediyeler: “Belde ve sakinlerinin yerel nitelikteki ortak ve uygar gereksinmelerini karşılamak ve düzeltmekle görevlidirler”. Atatürk’ün sözüyle işlevleri şöyledir: “Belediyeler, büyük kalkınma savaşımızda yetkilerini tam olarak kullanarak başarı oranını arttıracak görevlerle yükümlüdür”.

     Yerel yönetimlerin görev alanı, sorun ve işleyişlerini yakından bilenlerdenim. Eğitimci kökenli babam Belediye Başkanıydı. Yönetici sıfatıyla benim de yerel yönetimde çalıştığım yıllar oldu. Gebze Belediye Başkan Yardımcısı ve sonra da Belediye Meclis Üyesi sıfatıyla yıllarca görev yaptım. Dünya görüşümüzde: “Cumhuriyetin temeli kültürdür” bakışı yer ettiğinden; Turhan ve İlhan Selçuk, Mustafa Ekmekçi, Zihni Anadol, Vedat Günyol , Can Yücel, Sami Karaören ve İsmet Kemal, Ruşen Hakkı gibi nice değerler Gebze’ye onur verdiler. Kültür seferberliği, diğer kamu hizmetleriyle birlikte sürdü gitti ama sonrasının siyasal karanlığı, çağcıl sosyal yaklaşımı yok etti.     

      Türkiye’de hukukun üstünlüğünden tutunuz da demokratik yöntemleri ve ulusal duyarlılıkları ret ve inkar eden bir hükümet saptanmaktadır. Maddesel çıkarlar uğruna boş inanç ve safsatalarla halkı aldatmayı politika sayan bir tutum, ulusa hükmetmeye çalışmaktadır. Temel hak ve özgürlükleri baskılarla silmeye çalışan, yürütme erkini yasama ve yargı üzerine oturtan hoyrat ve sıra dışı siyaset yapıcıları gözlenmektedir. Özgürlükçü gençlerin yürekler sızlatan akıbetlerinden hiç acı duymayan emperyalizmin bağdaşıkları, ülkede egemendirler.

   “IMF borcu ödendi” sloganının ardındaki 1 trilyon TL düzeyini aşan ve saklanan iç ve dış borç gerçeği bu hükümetin icraatıdır. Kamu İktisadi Teşekküllerinin talanlarından arta kalan gelirlerle  “Sayıştay” kurumunu bile dışlayan işler yaptırılmıştır. Ayrıca bilgisizlik, gericilik ve şartlanmanın kulaç attığı ülkedeyiz. Son yerel seçimin genel sonuçları bu yönde halktan yana ne yazıktır ki çok ağırlıklı olamamıştır. Hurafe, safsata ve fanatizmin yolu kesilememiştir.

    Bu ülkede: “Yaşamda en gerçek yol göstericinin bilim olduğu” ilkesi “Sağ” siyasal iktidarlarca terk edilmiştir. Çünkü akıl ve bilimselliği çıkış saymayan halk kitleleri oluşturmak,  zorunluluklarıdır. Sorgulayan, araştıran ve inceleyen gerçekçilikten yana olamazlar. İlerici ve toplumculuğa karşıt safta bulunduklarından, aldatılmış ve uyuşturulmuş yığınları dayanak görürler.

   Kaydetmek isteriz ki; değerbilir uluslar, bağırlarından çıkan önderlere özenle yer verirler. Onlara toz kondurmazlar. Türkiye’de iş, bir ölçüde aksinedir. Atatürk’e pek güçleri yetmeyenler İnönü’ye, saldırırlar. Bıyığına kadar uzanırlar. Kavgaları aslında laik Cumhuriyet ve devrimdir.

    Burada bir anekdot dile getirilebilir: Faşizmin yiğit karşıtı Hemingway, “Çanlar kimin için çalıyor?” romanıyla evrensel ün kazanmıştır. Roman, 1936-39 yıllarının İspanyasında emperyalizmin Cumhuriyetçilere saldırılarını ve umulmayan karşı direnişi anlatır. Hemingway, 1923’lerin Lozan konferansı sırasında İsviçre’dedir. Cepheden gelen Türkiye Başdelegesinin antiemperyalist mücadelesini takdirle gözlemlemiş ve gazete haberi yapmıştır. Hemingway’ın, yıllar sonra İnönü’ye gönderdiği imzalı romanı bu saygıyı ifade içindir. Ama elbette “BOP” eşbaşkanına imzalı takdirlerini sunacak bir tek aklı başında romancı düşünülemez.

   Bir yerel seçim bitmiştir. Umut edilen aydınlık ülke üzerinde doğmamıştır. Eğer ilerici ve toplumcu düzene yol açılsaydı işte o zaman demokrasi, bilinçli bir “milli iradeye” dayalı olurdu. Yoksa aldatılmış, kültürel donanımdan yoksun bırakılmış ve sulandırılmış bağımlı yığınların noksanlıklarla dolu beyan yansımaları, bir “ideal” irade değildir. Ama yılgın olmamalıdır. Doğruluk sonunda daima kazanır.

 

 

 

Bu yazı toplam 83 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi