TIMARHANEDEN
Tımarhane denince benim aklıma hemen Gogol gelir. Yazdığı Bir Delinin Hatıra Defteri isimli eseri, dünyada en çok okunan kitaplardan biridir. Demek ki insanların deliliğe büyük bir rağbeti var; akıllılardan daha çok delileri merak ediyorlar. Delilikle ilgili yazılmış her şey olmasa da epeyce eser okudum. Delilik, insana kendini tanıma, görme bilinci veriyor. Kimi insanlar “Ben de deli miyim?” diye kendilerini takibe alıyorlar.
Sevgili okurlar, yazar durup dururken yazmadı bu kitabı. Ona bu kitabı yazdıran mutlaka önemli şeyler vardır. “Ben neden yazmış?” diye Gogol’ün bütün eserlerini okudum. Sonuç olarak yazarın delireceğini anladığını gördüm. Ben bu sonuca yazarın Ölü Canlar’ını okuyunca vardım. Kitabın ikinci cildini yazarken gerçekten de çıldırıyor; “Şeytanlar içime girdi!” diye yazdığı kitabı ateşe atıp yakıyor. Orada neler yazmıştı bilmiyoruz ama delireceğini anladığını biliyoruz.
Gogol, eserleriyle Rus edebiyatının temel taşlarını döşemiş bir yazardır. Gogol da Dostoyevski gibi, Nietzsche gibi paranoyaktır. Çevresindeki ve tanıdığı kimi insanların kendisine komplo kuracaklarını düşünür. Bu tür kaygılar içinde yaşayan bir insanı düşününüz; yazdığı bütün eserlerine bu ön yargılı kaygısı yansımıştır. Bence eserlerini değerli yapan da bu kaygı hâlidir. Kimi insanlar gibi yiyip içip ölümü beklememiş; niçin var olduğunu, varlığını nasıl kanıtlayacağını, bu anlamda neler yapması gerektiğini düşünmüştür. Yani yazarımız boşu boşuna ot gibi yaşamamıştır. Eserleriyle insanlığın çağlar aşacak yolunu aydınlatmış ve keyifli bir yaşamalarına katkı sunmuştur.
Toplumlarda öne çıkmak, yıldızlaşmak kolay bir iş değildir. Çıktığınız önden bir daha geri dönemezsiniz; içinde bulunduğunuz toplum yakar, kavurur sizi. Gogol da bu yanan insanlardandır.
Fransız yazar Bernard Shaw, “Makul, sıradan insanlar yaşama uyarlar; makul olmayanlar yaşama uymazlar, sorgularlar. Ben şahsen, haklı olarak da makul olanları değil makul olmayanları savunurum.” der. Bu yüzden de zaman zaman çok sevdiğim, tamamını olmasa bile düşüncelerinin büyük bir kısmını savunduğum bu insanların yaşam öykülerini yazmaya çalışıyorum.
Mesela Van Gogh… O da şizofrendi. Ne iyi ki şizofrendi; yoksa bugün paha biçilemez resimlerini yapamazdı. Eserlerine paha biçilemediğini yaşarken göremedi. Bunun hiçbir önemi yok, o insanlığa mâl olmuş dünyanın en büyük dahilerinden biridir.
Bu yüzden akıllıları çok sevmem. Yani çıkara, menfaate dayanan aklın hiçbir önemi yoktur. Bu tür insanların bin tanesini, Gogol’ün deliliğine asla değişmem. Yaşamı yaşanılır hâle getiren, ona renk ve desen veren, yaşama heyecan katan “deli” olarak bildiğimiz insanlardır.
Fransızların övünç kaynağı, edebiyatın üstadı Rousseau da şizofrendi. Yaşamının sonuna doğru o da delirmişti. Halini hatırını soranlara “Annem beni ızdırap çekmem için doğurmuş.” derdi. On sekizinci yüzyılın en büyük yazarlarındandır. Ömrü boyunca eşitliği, kardeşliği, barışı ve özgürlüğü savunmuştur. Eserlerini halkın egemenliği için yazmıştır. Ferdin hürriyetinin toplumsal sözleşmeyle gerçekleşeceğini ve kanunlarla korunacağını öngörmüştür. Fransız Devrimi’nin hazırlayıcısı olarak kabul edilir.
Söz delilerden açılmışken Nietzsche’den söz etmeden olmaz; yani kambersiz düğün olmaz. Tarihte gelmiş geçmiş en meşhur delilerden biridir o. Gittiği bir doktor ona “Onu yapma, bunu yapma.” deyip canını sıkınca doktora: “Bırak bana akıl vermeyi; hastalığıma bir çare bulacaksan bul, yoksa bırak gideyim.” der. Saati saatine, dakikası dakikasına uymayanlardan biri de Nietzsche’dir. “Çocuksuz kalmış bir kadının ruhu zehir doludur.” Onu bu anlamda suçlayanlara hiç korkmadan ve düşünmeden “Bu zehrini boşaltır.” der. Kadınları böyle anlamak lazım; böyle olmazsa dokuz ay karnında o ağır yükü taşıyabilir mi ve büyütmenin o ağır zahmetine katlanabilir mi? Bir kadına “En çok hangi çocuğunu seversin?” diye sormuşlar, o da “Hasta olanı.” demiş. Alın size sıradan olmayan bir delilik işte.
Delilik, edebiyatın tadı ve tuzudur. Edebiyat; yazgılarına boyun büken, yaşamlarından hoşnut olan insanların hayatlarına fazla dokunmaz. Daha çok sözünü ettiğim ressamları, isyan etmiş şairleri, müzisyenlerin hayat öykülerini anlatır.
Gogol’ün Bir Delinin Hatıra Defteri dünyada en çok okunan eserdir diyorum ya… Elbette okumayanlar, özellikle de edebiyatla ilgilenmeyenler bunu bilmezler. Edebiyat hayatımızı yükseltir, insani ilişkilerimizi çoğaltır, moralimizi yükseltir, endişe ve kaygılarımızla baş etmeyi sağlar. Bakın, Mahatma Gandhi ne diyor: “Kimseye kirli ayakkabılarıyla beyninizde gezmesine izin vermeyin.”
Son olarak, hayat bir satranç oyunudur. Piyon olmak ve mat olmak da var; şah olmak da var. Mat olmamak için kesinlikle yaratıcı ve biraz deli olmak gerekiyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.