KENT SERİSİ 92: Türkiye’de Birlikte Nasıl Yaşanır?
Türkiye, tarih boyunca farklı kültürlerin, etnik grupların, inançların ve yaşam tarzlarının iç içe geçtiği bir mozaik olmuştur. Bu zenginlik, hem ülkenin en büyük gücü hem de birlikte yaşamanın karmaşık ve hassas bir denge gerektirdiği anlamına gelir. Bu dengeyi sağlamanın yolu; karşılıklı saygı, adalet, hoşgörü, dayanışma ve kültürel kodların bilinçli bir şekilde yaşatılmasıdır.
Türkiye’de birlikte yaşayanlar oldukça çeşitlidir. Ülkenin büyük çoğunluğunu Türkler oluştururken, Kürtler, Araplar, Zazalar, Çerkezler, Lazlar, Gürcüler, Boşnaklar, Arnavutlar, Romanlar, Ermeniler, Rumlar ve Yahudiler gibi birçok farklı etnik topluluk da bu coğrafyada uzun yıllardır yaşamaktadır. Aynı zamanda farklı dini inançlara sahip insanlar da bir arada yaşamaktadır: Sünni ve Alevi Müslümanlar, Hristiyanlar (Ermeni, Rum, Süryani gibi mezheplerle), Yahudiler ve az sayıda Ezidi topluluk bu çeşitliliğin birer parçasıdır. Son yıllarda ise Suriyeliler başta olmak üzere, Afganlar, Iraklılar, Afrikalı göçmenler gibi çok sayıda yeni göçmen de Türkiye’de yaşamaktadır. Bu çok katmanlı yapı, birlikte yaşamanın hem zenginliğini hem de sorumluluğunu taşır.
Saygı, birlikte yaşamanın en temel taşıdır. Saygı olmadan ne güven ne de huzur mümkündür. Türkiye’de saygı, sadece bireylerin birbirine gösterdiği nezaket değil, farklılıklara duyulan anlayış ve kabuldür. İnsanlar sadece kendilerine benzeyenleri değil, farklı düşünen, farklı inanan, farklı yaşayan insanları da oldukları gibi kabul ettiğinde toplumda barış hâkim olur. Saygı, farklılıkların bir arada var olmasını mümkün kılan köprüdür.
Tarihimizde saygı kültürü, komşuluk ilişkileri, misafirperverlik, imece gibi geleneksel alışkanlıklarla desteklenmiştir. Örneğin, Anadolu’nun pek çok köyünde hâlâ misafir ağırlamak, sofrayı paylaşmak, birlikte çalışmak bir yaşam biçimidir. Bu kültürel kodlar, insanların birbiriyle bağlarını güçlendirmiş, toplumsal dayanışmayı sağlamıştır. Ancak kentleşme ve bireyselleşmenin etkisiyle, bu değerler bazen unutulmakta ya da içi boşalmaktadır. Oysa küçük bir selam, komşuya götürülen bir yemek ya da birine uzatılan yardım eli, toplumda güçlü bağların kurulmasına yardımcı olur.
Birlikte yaşamanın sürdürülebilirliği için adalet şarttır. İnsanlar haklarının eşit ve adil biçimde korunduğuna inandığında, toplumsal barış mümkün olur. Hukukun üstünlüğü, yargının bağımsızlığı, kamu hizmetlerinin şeffaflığı ve hesap verebilirliği; toplumun her kesiminin kendini güvende hissetmesini sağlar. Türkiye’de zaman zaman adalet sistemine olan güven sarsılabilmektedir. Bu da bireylerin birbirine olan güvenini zayıflatmakta, ayrışmalara yol açmaktadır.
Toplumsal barış ve birlikte yaşama kültürü ancak bu güven duygusu sağlandığında gelişir. Eşitlik, sadece yasalarda değil; uygulamada da sağlanmalıdır. İnsanların eğitim, sağlık, iş, sosyal hizmetler gibi temel haklara erişimde ayrımcılığa maruz kalmaması gerekir.
Türkiye, çok sesli bir toplumdur ve farklı görüşlerin barış içinde bir arada var olması önemlidir. Ancak günümüzde toplumda kutuplaşma, ötekileştirme eğilimleri güçlenmektedir. Bu durum, sağlıklı iletişim ve diyalog ortamlarını zorlaştırır. İnsanların birbirini dinlemesi, anlamaya çalışması, farklılıklara saygı göstermesi gereklidir. Eğitim kurumları, medya ve sivil toplum örgütleri diyalog kültürünü geliştirmek için önemli alanlardır. Okullarda empati, eleştirel düşünme, farklılıklara saygı gibi konular öncelik kazanmalıdır. Medyada ise ayrıştırıcı dil yerine birleştirici, yapıcı söylemler benimsenmelidir. Toplumda hoşgörü, sabır ve anlayış temel değerler olarak yaygınlaştırılmalıdır.
Kentler, modern yaşamın merkezi ve birlikte yaşamanın en yoğun biçimde yaşandığı mekânlardır. Şehirlerde farklı kültürlerden, gelir gruplarından, inançlardan insanlar bir arada yaşar. Bu yüzden şehir hayatı, birlikte yaşamın günlük olarak sınandığı yerdir. Kent planlaması ve yerel yönetimler, sosyal yaşamı kolaylaştıracak kamusal alanları artırmalı, mahalle dayanışmasını desteklemelidir. Parklar, kültür merkezleri, spor alanları, pazarlar ve meydanlar insanların bir araya geldiği, tanıştığı, sohbet ettiği alanlar olmalıdır. Bu alanlar sayesinde insanlar arasında güven ve saygı gelişir. Ayrıca kentlerde mahalle kültürünün yaşatılması, komşuluk ilişkilerinin güçlendirilmesi de önemlidir.
Birlikte yaşamanın temelini küçük yaşta başlayan eğitim oluşturur. Okullarda sadece akademik başarı değil; empati, hoşgörü, paylaşma, sorumluluk gibi sosyal ve duygusal becerilerin de öğretilmesi gerekir. Bu sayede gençler, farklılıklara saygı duyan, birlikte hareket edebilen bireyler olarak yetişir. Aileler de çocuklarına değerler eğitimi verirken bu kültürü desteklemelidir. Okul, aile ve toplum üçgeninde ortak bir bilinç oluşturulmalıdır. Böylece toplumda daha sağlıklı iletişim ve daha az çatışma yaşanır.
Birlikte yaşamak sadece insanları değil, insanla doğayı da kapsar. Türkiye’nin zengin doğal kaynakları korunmalı, israf önlenmeli, çevre bilinci artırılmalıdır. Geleneksel kültürümüzde doğaya saygı ve bereket kavramları güçlüdür. Toprağa zarar vermemek, suyu tasarruflu kullanmak, atıkları doğru yönetmek hepimizin sorumluluğudur. İklim değişikliği ve çevre sorunları, ancak toplumun ortak bilinç ve çabasıyla aşılabilir. Bu anlamda eğitim ve toplumsal farkındalık çalışmalarına önem verilmelidir.
Kültür ve sanat, farklı kimlikleri bir araya getiren, toplumu birleştiren önemli unsurlardır. Türkiye’nin zengin halk müzikleri, dansları, el sanatları, edebiyatı ve mutfağı ortak bir kültürel miras olarak sahip çıkılmalıdır. Bu mirasın korunması ve yeni kuşaklara aktarılması için etkinlikler, festivaller, kurslar yaygınlaştırılmalıdır. Ortak kültürel deneyimler, toplumdaki farklılıkları köprüleyerek birlikte yaşama bilincini güçlendirir. Kültür ve sanat alanları, insanların birbirini daha iyi anlamasını sağlar.
Toplumsal dayanışma, zor zamanlarda insanların birbirine destek olmasıdır. Deprem, yangın, salgın gibi kriz dönemlerinde ortaya çıkan yardımlaşma, aslında toplumun birlikte yaşama kapasitesinin göstergesidir. Bu dayanışma kültürü sadece kriz anlarında değil, günlük hayatta da sürdürülmelidir. Sosyal adalet ilkesi gereği, dezavantajlı grupların toplum içinde hak ettikleri yeri bulmaları, sosyal yardımların etkin olması, fırsat eşitliğinin sağlanması gerekir. Bu da birlikte yaşamanın temel koşullarındandır.
Türkiye’de birlikte iyi yaşamak; saygı, adalet, hoşgörü, kültürel kodların yaşatılması, eğitim, doğaya saygı ve dayanışma gibi çok katmanlı değerlerin bir arada yaşanmasıyla mümkündür. Bu değerler ancak bireylerin, ailelerin, eğitim kurumlarının, yerel yönetimlerin ve devletin ortak çabasıyla yaşama geçirilebilir. Türkiye’nin zengin çeşitliliği ancak böyle bir anlayışla kalıcı huzur ve refah getirebilir.