Dilek ALP

Dilek ALP

KENT SERİSİ 88: BİR KAHVE, BİR SELAM, BİR DOMATES

KENT SERİSİ 88: BİR KAHVE, BİR SELAM, BİR DOMATES

Bir zamanlar alışveriş dediğimiz şey, sadece bir şeyler almakla ilgili değildi. Sabah erken saatlerde pazar çantasını kapıp evden çıkmak, manavla iki laf etmek, kasaptan “her zamankinden” istemek, bakkalın camında yazan veresiye defterine göz atmak… Bunların hepsi, alışverişin ruhunu oluşturan küçük ama kıymetli parçalardı. Şimdi dönüp baktığımda fark ediyorum ki, alışveriş aslında bir ritüeldi. Ve kentle aramızda kurduğumuz bağlardan biriydi.

Ama zaman değişti. Yaşam hızlandı, biz koşturmaya başladık. Artık kimse manavla laflamaya pek hevesli değil. Her şey çok hızlı olmalı; sipariş birkaç saatte gelsin, indirim kodu cebimize düşsün, ürün stokta varsa hemen alınsın… Alışveriş, bir ilişki biçimi olmaktan çıktı, adeta bir görev halini aldı. Tıklıyoruz, ödüyoruz, kapıya kadar geliyor. Kolay mı? Elbette. Ama sıcak mı? Tartışılır.

Bu değişim, belki de en çok küçük esnafı vurdu. Mahalle bakkalını artık çoğu yerde bir nostalji ögesi olarak anıyoruz. Sokağın köşesindeki fırının yerini zincir marketler aldı. Alışveriş merkezleri, kentlerin yeni buluşma mekânları oldu. Ne tuhaf değil mi? Eskiden pazar alışverişi sonrası çay içilen kahveler vardı, şimdi AVM’lerde zincir kahveciler…

Ve işin garibi şu ki, AVM’lerde alışveriş yapmak bir “aktiviteye” dönüştü. İnsanlar artık bir şey satın almak için değil, vakit geçirmek için buralara gidiyor. Cam tavanların altında, sürekli aynı müziklerin çaldığı, ışığın hiç değişmediği bu kapalı kutularda zamanın nasıl geçtiği bile anlaşılmıyor. Dışarısı ister güneşli olsun ister yağmurlu, içeride hep aynı hava. Sanki hayatın doğal akışı dışarıda kalmış da biz içerde bir simülasyona girmişiz gibi…

AVM kültürü bize konfor sundu belki ama bunun karşılığında epey şey götürdü. Öncelikle sokaklar sessizleşti. Çarşılar, pasajlar, ara sokaklardaki dükkânlar birer birer kapandı. Yerel olan, özgün olan geri çekildi; standart olan, zincir olan öne çıktı. Artık hangi kentte olursanız olun, bir AVM’ye girdiğinizde aynı markaları, aynı kokuyu, aynı vitrin düzenini görüyorsunuz. Oysa eskiden her şehrin, her semtin kendine özgü bir alışveriş karakteri vardı. Hatta bazı semtler alışveriş kültürüyle tanınırdı: Kumaşı şuradan alınırdı, baharatı buradan. Şimdi hepsi birbirine benziyor.

Bir de mahalle kültürünün zayıflamasına katkısı var AVM’lerin. Çünkü alışveriş eskiden insanı sokağa çıkaran, komşusuyla selamlaşmasını sağlayan, tanıdık yüzlere rastlama ihtimali sunan bir şeydi. Şimdi arabaya binip otoparktan içeri giriyoruz, işleri halledip hiçbir insan teması kurmadan çıkıyoruz. Ne bir “kolay gelsin” diyoruz, ne bir “hayırlı işler.” Alışveriş eylemiyle birlikte sosyal etkileşim de azaldı. Sanki insanlar değil, kartlar ve barkodlar alışveriş yapıyor artık.

İşte tam da bu yüzden, semt pazarlarının hâlâ ayakta olması bana iyi geliyor. O pazara adım atınca insan birden kendine geliyor. Taze sebze meyve kokusu, satıcıların sesleri, pazarlıkların canlılığı, renk cümbüşü… Orası hâlâ yaşayan bir yer. Hâlâ sokak var, hâlâ ses var, hâlâ insan var. “Abla bu domates sabah toplandı,” diyen pazarcının yüzündeki ifade, bir web sitesindeki "doğal ürün" ibaresinden çok daha inandırıcı geliyor bana. Üstelik semt pazarında alışveriş yapmak sadece karın doyurmak değil; biraz sohbet, biraz gülümseme, biraz da mahalleye dokunmak.

Pazarlar, yalnızca ürünlerin değil, hikâyelerin de dolaşıma girdiği yerlerdir. Aynı pazarcıdan yıllardır alışveriş yapan teyzeler, bir ürünü alırken “Geçen hafta pek lezzetliydi” diyerek hem teşekkür eder, hem yeni haftanın sohbetini başlatır. Bu sıcaklık, bu karşılıklılık, alışverişin özündeki insani bağı hâlâ diri tutar. Ve bence bu bağı kaybetmeden geleceğe ulaşmak zorundayız.

Yine de her şey kaybolmuş değil. Son zamanlarda organik pazarların, yerel üretici tezgâhlarının, gıda kooperatiflerinin yeniden ilgi görmeye başlaması umut verici. Belki de bu hızlı hayat içinde biraz yavaşlamaya, tanıdık yüzlerle göz göze gelmeye, alışverişi bir görev değil, bir deneyim gibi yaşamaya yeniden ihtiyaç duyuyoruz. Belki insanlar marketten alınan ambalajlı domates yerine, kimin yetiştirdiğini bildiği domatesi aramaya başladı yeniden. Belki “alışveriş” yeniden bir buluşma şekline dönüşebilir, kim bilir?

Alışveriş, sadece almakla ilgili değil aslında. Biraz sohbet, biraz tanıdıklık, biraz da aitlik hissi. Kentler değişiyor, alışkanlıklarımız da öyle. Ama belki de mesele şu: Bunca değişimin içinde biz hâlâ nereye doğru koşuyoruz? Ne istiyoruz? Neyi hayal ediyoruz?

Bu yazı toplam 4352 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
Dilek ALP Arşivi