ISKARTA HAYATLAR!
Sanırım son zamanlarda kulağıma takılan, beni hem üzen hem de düşündüren bir kelime var: “Çıkma.” Bir manavın veya marketin önünden her geçişimde, tezgâhın hemen yan tarafına, alçak bir kasaya yığılmış o ezik, çürük, kurtlanmış veya deforme olmuş meyve ve sebze yığınına veriliyor bu isim. Sanki utanılması gereken bir ürün grubuymuş gibi, gözden uzak tutulmaya çalışılıyor.
Asıl can yakıcı kısım ise bu "çıkma" ürünlere olan talep. Özellikle kadınlar, sanki büyük bir sırrı fısıldıyormuşçasına, seslerini kısarak manava, "Çıkma var mı?" diye soruyorlar. Bu kısık sesin ardında koca bir yoksulluk dramı yatıyor. Tencerenin kaynaması, çocukların bir şekilde doyurulması gerekiyor ama elde avuçta para kalmamış. Parası olmayan, geçim zorluğu çeken, hayat pahalılığı altında ezilen binlerce insan, sofralarına bir nebze tat katabilmek için bu ıskartaya çıkarılmış, çürümeye yüz tutmuş meyveye sebzeye muhtaç durumda.
Aynı utanç verici tablo fırınlarda da karşımıza çıkıyor. "Iskarta" ekmek... Bayatlamış, fırında şekli bozulmuş, yanmış, kusurlu ekmek anlamına geliyor. Oysa geçmişte, bu tür ürünler bir hayır kapısıydı; durumu olmayan, ihtiyaç sahibi insanlara bir merhamet göstergesi olarak neredeyse bedelsiz verilirdi. Ama şimdi durum değişti. Vicdanını kaybetmiş, açgözlü bazı uyanıklar, bu ezik, kusurlu, ikinci sınıf ürünleri bile nakde çevirmenin peşine düşmüş. Çıkma sebze-meyve de, ıskarta ekmek de artık parayla satılıyor. İnsanlıktan ve merhametten eser kalmamış bazılarında!
Türkiye'nin yaşadığı bu acı gerçekler ile ülkeyi yönetenlerin anlattığı o pembe masallar, o balon başarı hikâyeleri arasında çok büyük uçurumlar var.
Gelir dağılımlıdaki deva eşitsizlik ise zaten tek başına her şeyi anlatıyor.
Sizler, yoksullukla hiç sınanmamış olanlar, bu dünyayı bilmezsiniz. Akşam sofrada tek bir çeşit yemeğe, yanında kuru ekmeğe kaşık sallanan sofraları bilmezsiniz. Çocuğunuz yatağa aç girerken, mideniz guruldarken size hiç kimsenin, "Bu sizin kaderiniz, sabredin" demesinin nasıl bir acı olduğunu bilmezsiniz. Yoksulluk size bir "ödül" olarak sunulmadı, açlık ve ölüm sizin kaderiniz olmadı.
İçinde bulunduğumuz bu çağda, ülkemizde yalanlar ve gerçekler arasında, semiren bir zümre ile sefalet çeken kitle arasında büyük bir ahlaki ve ekonomik kavga var.
Şimdi hepimiz, birey olarak hangi tarafta durduğumuza karar vermek zorundayız. Hangi saftasınız? Gözyaşlarıyla "çıkma" soranların, sesi kısılanların mı, yoksa haram yemekten semirmiş, merhametini yitirmiş, kara kalpli acımasızların mı yanındasınız?