Dilek ALP

Dilek ALP

HADDİNİ FENA HALDE AŞMIŞ BİR MERHABA

HADDİNİ FENA HALDE AŞMIŞ BİR MERHABA

“Sevgileri yarınlara bıraktınız,
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.

Bitmeyen işler yüzünden
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde öylece kaldı.”

Behçet NECATİGİL 



“Bu koca kentin kalabalığında yalnız olmak nasıl acı veriyor, nasıl daraltıyor insanı bir bilseniz, nefes aldığın kalabalığa bulaşamamak, onları uzaktan izleyip kendi yalnızlığını fütursuzca yaşamak, dağ başında yalnız yaşamaktan da zor. Kimimiz avutup unutuyor yalnızlığını; ama benim gibi kalabalığın içinde yalnız kalanlar için çok tarifsiz bir his” dedi bir dostum ve sohbetimizi ısrarla uzatmak istedi, başka başka konuşma başlıkları yaratarak. "Şunu da konuşalım, bunu da konuşalım lütfen" diye. Aslında tek istediği anlattığını dinleyen, dinlediğini anlayan biri olması hayatında, hepimiz için de bu. Tüm evren bundan karın ağrısı çekmiyor mu? Dile getirmek kolay değil, ciddi bir hesaplaşma aslında, görünmeyen gri tarafımızla…

İnsan önemli. Çok eğlenceli gözüken insanlardan oldum olası korkarım. Hani mekânda en yüksek sesle gülenler, dünyaları ben yarattım bakışları, suratlarında kocaman kahkaha ile konuşanlar, oraya buraya selam verip laf atanlar var ya, işte onlardan. Bir şeyler ters gidiyor içlerinde bilir, daha dikkatli izlerim onları. Anlaşılıyor her nasılsa. Bir de abartılı mutlu, abartılı samimi ve abartılı ilgili insanlardan, öylesine “merhaba” diyenlerden. Kısık gözleri ve samimiyetsiz tebessümleri ile 'nasılsın?' diye soranlardan. Sorarlar ama cevabı bile dinlemeye tahammül edemez bu kişiler. Sen de nezaketen cevap verir anlatırsın halini. Keyfim kaçıksa 'Sana ne…' diye cevap vereceğimi bilir dünya âlem bu tiplere.

 

Boş gözlerle bakarım onlara çoğu zaman, iyi anlarlar. Ortam samimi değilse, sıkıldığımda, açıklama bile yapmadan çekip gitme huyumu da bilen bilir. Her yıl insanlık, biraz daha hümanist mi yoksa politik mi yola giriyor karar veremiyorum. Artık çok fazla davranışları, konuşmaları derinlemesine düşünmediğimi fark ettim ya da hiç umursamıyorum. Kibarca cevaplar üretmeye pek ihtiyaç duymuyorum, kaba, bencil, küstah olduğunuzda daha sağlam yer tutuyorsunuz hayatta, bunu tecrübeyle öğrendim diyelim. Daha iyi seviliyorsunuz hatta. Saygı bile gösteriliyor üzerine size.

Nezaket hak etmeyen insana, size defalarca kötü davranma hakkını veriyor her nasıl oluyorsa, tuhaf bir dünyada yaşıyoruz. İyi davranıyorsun kötülükle dövülüyorsun, seviyorsun sevgisizliği öğreniyorsun, saygılı oluyorsun hayal edemediğin bir yerde kendini buluveriyorsun... Gerçekten şaşırtıyor, fabrika ayarlarımda bu bilgiler eksik sanırım… Toplum buralara gelirken ben neredeydim bunu da bilmiyorum.

 

Ailede tek kız çocuk olmak maharet ister. Kalabalığın ve koşuşturmanın içinde sokak lambası gibi parlayan kırmızı saçlar ile mercek altında büyümek, kimse ile aynı lisanı konuşamadığını düşünmek, herkesin “-hah şimdi ne yapacak acaba” tedirgin bakışlarıyla izlediği, enerjinizin başınıza dert açtığı, belaları ve sorunlu kişileri dev mıknatısla üzerinize yapıştırdığınız, ama tüm bunlara rağmen her nasılsa herkesin sizden sonsuz nezaket ve anlayış beklediği, eğlencenin bile tadına varamadığınız bir zaman dilimi işte... İnsana çok şey öğretiyor dirençli olduğunuz konular. Sevdiklerini kollamak da bunların başında. Korkarsın direnirsin, savaşırsın yükselirsin, özgürsün uçarsın, seversin konarsın. İlk öğrendiğim temel yaşama kuralları bunlar oldu sanırım toplum içinde.

 

Sohbet ettiğim çoğu kişi “Uykumda, uyandığımda, kahvaltı yaparken, TV açıkken, radyo dinlerken, kitap okurken, kahvemi içerken, evimden çıkarken, sokakta yürürken, gazetemi karıştırırken, işimin başında, arkadaşlarımla, sohbet ederken, deniz kenarında, ailemle birlikteyken, eve dönerken sadece huzurda olmak istiyorum. Basit bir istek. Mutsuz, gergin, güvenmez, savaşçı, küfürbaz ve her şeye parlamaya hazır olmaktan yıldım... Konuşamamaktan, anlatamamaktan yoruldum.” diye dert yanıyor.  Hepimizi mutlu ve huzurlu kılan tüm değerlerimizi acilen güncellememiz gerekiyor... Daima güneşe yüzünü çevirmiş bizler biliyoruz ki bu topraklar huzurlu ve dengeli olduğu zamanlar biz huzurlu ve dengede hissediyoruz...
Ve biliyoruz ki bazılarımız;

alçakgönüllü davrandığımız
her şeye hâkimiyet duygusuyla hayatı yaşanmaz hale çevirmediğimiz, 
iyiliği karşılık beklemeden yaptığımız
tek başına mutlu olunamayacağını bildiğimiz, 
çevremizin mutluluğu için de gayret gösterdiğimiz
yaptığımız iyilikleri hesap etmeyecek kadar yüce gönüllü olduğumuz, 
ihtirasımızı törpülediğimiz
tartıyı adaletle yaptığımız, 
hayatımızın vazgeçilmezleri olduğu ve onları küçük çıkarlar için asla feda etmediğimiz
gücümüzü insanların yararına kullandığımız, 
vermenin almaktan daha büyük bir ihtiyaç olduğunu unutmadığımız
ön yargılarla hayatı kendimize zehir etmediğimiz 
ve
vazgeçilmez olmadığımızı kabul ettiğimiz zaman,
 
toplumda değişim başlatarak, bireysel yaşam alanında
doğru bir akım yaratabileceğiz... 



Anne ve babalar, yetiştirebileceğinize inanıyorsanız çocuk sahibi olun, 

Toplum bilimciler, toplumsal çöküşü anlatın, nasıl durulur izah edin,

Sosyologlar, konuşun, insanların değerleri değiştiriliyor,

Felsefeciler, düşündürmeye zorlayın, çok zorlayın insanları, bilinç oluşturun,

Kent bilimciler, haykırın, kentlerimiz tecavüze uğradı, köylerimizi koruyun,

Mimarlar, plancılar direnin, yanlışa izin vermeyin,

Doktorlar, Hipokrat yeminini her gün 3 kez tekrarlayın,

Öğretmenler, okuyun, öğrenin ve öğretin,

Tarihçiler, açın sayfaları, dökün tartışmaları, vurun masaya,

Askerler, vatanın milimetre karesine, bayrağına, marşına gölge düşürmeyin,

Avukatlar, sadece vicdan için bağırın,

Gazeteciler, doğruluğuna emin olduğunuz konuları haberleştirin,

Sanatçılar, oynayın, çalın, sabırla şekillendirin toplumu,

Siyasetçiler, okuyun, düşünün, yazın, bilinçlenin ve topluma GERÇEK IŞIK olun…

Konuşun,

Lütfen konuşun,

Yüksek sesle konuşun...

 

O halde, hayatın sürüklenmesine rutin olarak koşturduğumuz, çiğdem, nergis, sümbül ve zambağın kokularını da saldığı, nezaket diye insanların birbirini ezdiği, henüz açılmamış şehir kütüphanesinin önünde sıraya girmiş kızlı erkekli çocukların kıkırdadığı, günaydın derken samimiyet yarışına girdiğimiz, tozsuz Arnavut kaldırımı, sokakları arsız yasemin-ıtır arası kokan, sokak kahvelerinden buram buram kahvenin ortalığı sarmış baş döndürücü kokusuyla, zihni berraklaştıran bir müziğin belli belirsiz ritmi, istemsizce gülümseyen muzip suratlar, mis gibi kokan beyler ve hanımefendiler, kent kültürünün hasını bilen ama tevazu gösteren, tarihinin zenginliğiyle delice şımarmış, her sene dikilmekten bıkılmış mavi bayraklı kumsallara sahip ama yine de pek mütevazı, cennetimin ters köşesinden haddini fena halde aşmış bir merhaba sizlere…
 

Bu yazı toplam 5899 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
Dilek ALP Arşivi