Dilek ALP

Dilek ALP

FIRST LADY OLMAK

FIRST LADY OLMAK

Bu yazıyı yazmadan hemen önce bir belgesel bana ilham oldu ve kendi izlenimlerimi kaleme almak istedim. Bahsettiğim belgesel ABD Beyaz Saray’da Barack Obama (2009-2017) döneminde First Lady ünvanı alan Michelle Obama ile ilgiliydi. Sonra bir anda zihnimde bir liste yaptım, ne kadar çok First Lady ile tanışma fırsatım olmuş bir nedenle… (Liste yapınca ben bile şaşırdım) Tabii bazılarıyla bir çay sohbeti, bazıları ile diplomatik bir ev sahipliği, bazıları ile iş nedeniyle bir araya geldik. Hepsinin üzerimde bıraktığı etkiler farklı oldu. Sanırım First Lady’lik makamı hakkında fazlasıyla bir fikrim birikmiş zaman içerisinde. Yıllara göre kendimce bir sıralama yaptım:

Mevhibe - İsmet İnönü
Aydın - Rauf Denktaş (KKTC)
Sekine - Kenan Evren
Semra - Turgut Özal
Nazmiye - Süleyman Demirel
Hillary - Bill Clinton (ABD)
Semra - Ahmet Necdet Sezer
Michelle Bachelet (Şili'nin Kadın Cumhurbaşkanı)
Pranab - Suvra Mukherjee (Hindistan)
Sizakele - Jacob Zuma (Güney Afrika Cumhuriyeti)
Emine - Recep Tayyip Erdoğan
Michelle - Barack Obama (ABD)


Bu isimlerden en etkilendiğim kişi tartışmasız bir kişi oldu. Beyaz Saray'ın tarihi koridorlarında resmi görevle sekiz hafta geçirmiş biri olarak söyleyebilirim ki, Michelle Obama'nın samimiyeti ve kalitesi, anlatıldığı gibi değil, yaşanacak kadar gerçekti. 2012 yılında Türk kültürel miras uzmanı olarak görev yaptığım dönemde, bazı sabah kahvelerinde Michelle Obama ve kızları Malia ile Sasha'yla aynı koridor molalarını paylaşma şansım oldu. O sohbetlerde, First Lady'nin kültürel mirasa gösterdiği özen ve çocuklarıyla kurduğu doğal iletişim beni derinden etkilemişti. Bir sabah, Beyaz Sarayın içinde yer alan, Türk Hereke Halılarının motiflerin anlamlarını anlatırken gözlerindeki o öğrenme heyecanını asla unutmayacağım. İşte tam da bu anlardan yola çıkarak diyorum ki, eğer bir First Lady olsaydım, ilham perim bu içtenlik ve entelektüel merak olurdu. (20. yüzyılın başlarında, dönemin ABD Başkanı Theodore Roosevelt için özel olarak Hereke Fabrikası'nda dokunmuş bir halı kullanılmıştır. Daha sonraki yıllarda, Bill Clinton döneminde (1993-2001) Oval Ofis'e yine Türk Hereke Halısı serilmiştir. Beyaz Saray'ın farklı bölümlerinde de antika Türk halıları bulunmaktadır, çünkü Osmanlı döneminden itibaren Türk halıları diplomatik hediye olarak sunulmuştur. )

Michelle Obama bana şunu öğretti: Gerçek liderlik, protokol kurallarının ötesinde, insanlarla kurulan o 'insani' bağlarda saklıdır. Kütüphanede rastladığımda, elindeki " Arts of Turkey " kitabını gösterip, "Türk sanatının inceliklerini öğrenmek büyüleyici" dediği o an, kültürlerarası köprü kurmanın ne demek olduğunu somut olarak hissettim. Bu deneyimler olmasaydı belki First Lady'liği hep törensel bir rol olarak düşünecektim. Oysa Michelle Obama bana gösterdi ki, bu makam en güçlü ifadesini; bahçede yetiştirdiği sebzelerde, genç kızlarla yaptığı içten sohbetlerde ve kültürel kodlara gösterdiği saygıda buluyor.

Beyaz Saray'da geçirdiğim o sekiz hafta boyunca şahit olduğum bir başka detay da, Bayan Obama’nın günlük rutinlerinde bile kültürel çeşitliliğe yer vermesiydi. Bu doğallığı, bana ileride üstleneceğim herhangi bir kamusal rolde rehber olacaktı, oldu da: Makamlar gelip geçer, ama insani bağlar kalıcı izler bırakır.

Michelle Obama’nın Güney Chicago'da başlayan hikâyesi, bana kendi çocukluğumu da hatırlatıyor. Anadolu'nun bir kasabasında, kütüphaneye gidebilmek için dakikalarca yürüdüğüm yaz tatilleri aklıma geliyor. Tıpkı onun gibi, eğitimin dönüştürücü gücüne inanıyorum. Kırsaldaki kız çocuklarının eline sadece kitap değil, teleskoplar da vermek isterdim. Çünkü uzaklara bakabilen gözler, hayallerini de büyütebilir ve daha net görebilirler.

Bahçe projeleriyle sağlıklı beslenme hareketi başlatan Bayan Obama gibi, ben de Türk, Selçuklu, Hitit, Osmanlı mutfağının kadim değerlerinden yola çıkardım. Bu topraklarda ki Antik Mutfak kültürlerini parlatırdım. Tüm bölgelerimizi tarayarak yemek arşivciliğini yapardım. Bu konuda eğitim veren kurumların sayısını artırmaya özendirirdim. Unutulmaya yüz tutmuş "atalık tohumları", Beyaz Saray'ın bahçesinde yeniden canlandırır her misafirime gösterirdim.

Bayan Obama’nın en beğendiğim yönü, mükemmel olma çabasından vazgeçip insan olmanın güzelliğini kucaklamasıydı. Ben de bazen yorgun, bazen öfkeli, bazen de çaresiz hissettiğim anları saklamazdım. Sosyal medyada paylaşacağım "Bugün Biraz Yorgunum" başlıklı içten paylaşımlarla, First Lady'liğin süper kahramanlık gerektirmediğini göstermek isterdim. Çünkü Michelle'in dediği gibi: "Önce biz kırılganlığımızı kabul edersek, başkaları da kendileri olma cesaretini bulabilir."

Yurtdışı gezilerinde kültürel diplomasiyi öne çıkarırdım. Örneğin, Fransa'ya yapılacak bir ziyarette Élysée Sarayı'nın bahçesine Türk laleleri diktirir, bu lalelerin hikayesini anlatırdım. Ya da Japonya'da bir çay seremonisinde, asırlık bir çınar ağacının gölgesinde Türk kahvesi ikram ederdim. Michelle Obama’nın dediği gibi: "Dünya tek bir çiçek bahçesidir ve her çiçeğin kokusu bir diğerini güzelleştirir."

Michelle'in Beyaz Saray'dan ayrılırken arkasında bıraktığı en büyük eser, binalar değil yetiştirdiği gençlerdi. Genç kızlara seslenirken vurguladığı gibi: "Sizin hikâyeniz, yazmaya değer. Ve kalem, sizin elinizde. Gerçek değişim, küçük adımlarla başlar."

2008 yılında Santa Clara Üniversitesi tarafından "Dünya Kadın Lideri" seçildiğimde, Hillary Clinton ve Condoleezza Rice gibi isimlerden aldığım eğitimler, First Lady'liğin siyasi ve diplomatik boyutlarını anlamamı sağlamıştı. Hillary Clinton'ın yaklaşımı, aktif siyasi katılım üzerine kuruluydu: Sağlık reformları için verdiği mücadele, BM'deki insan hakları savunuculuğu ve "kadın hakları insan haklarıdır" söylemi, onun First Lady'liği bir "politik liderlik platformu" olarak gördüğünü gösteriyordu. Condoleezza Rice ise, güvenlik odaklı diplomasi anlayışıyla, First Lady'liğin küresel düzeyde stratejik etki yaratabileceğini kanıtlamıştı.

Ancak Obama döneminde Michelle Obama'nın farklı bir profil çizdiğine tanık oldum. Michelle, politik angajmandan çok, kültürel miras, eğitim ve sağlıklı yaşam gibi konulara odaklanarak, First Lady'liği bir "toplumsal dönüşüm aracına” dönüştürdü. "Let's Move!" kampanyasıyla çocuk obezitesine karşı verdiği mücadele veya kız çocuklarının eğitimi için başlattığı "Let Girls Learn" girişimi, onun sosyal değişime yönelik samimi duruşunu yansıtıyordu.

Bu iki farklı bakış açısı bana şunu öğretti: First Lady'lik, tek bir kalıba sığmayan çok boyutlu bir roldür. Kimi zaman Hillary gibi politik arenada etkin olmayı, kimi zaman Michelle gibi toplumsal projelerle köprü kurmayı gerektirir. Türkiye'de bu rolü üstlenecek olsaydım, her iki yaklaşımın sentezini yaparak hem politik etki hem de sosyal dokunuşlarla ülkemi temsil etmek isterdim herhalde.

Türkiye'de First Lady olmak, protokol görevlerinin çok ötesinde anlamlar taşıyan bir misyon bana göre. Bu makam, ülkenin kültürel dokusunu korumaktan toplumsal kalkınmaya kadar geniş bir yelpazede sorumluluklar üstlenmelidir. First Lady'nin en önemli görevlerinden biri, Anadolu'nun binlerce yıllık kültürel mirasını yaşatmaktır. Bu, unutulmaya yüz tutmuş el sanatlarını canlandırmakla, yerel mutfak kültürünü korumakla ve somut olmayan kültürel değerleri gelecek nesillere aktarmakla mümkün olabilir.

Toplumsal adaletin sağlanması da First Lady'nin öncelikleri arasında yer almalıdır. Kadınların iş hayatına katılımını artırmak, engelli bireylerin hayatını kolaylaştıracak düzenlemeler yapmak ve mültecilerin topluma uyum sürecini desteklemek, bu kapsamda ele alınması gereken konulardır. Özellikle kırsal bölgelerdeki kız çocuklarının eğitime erişimini artırmak için çalışmalar yürütmek büyük önem taşır. Eğitim alanında fırsat eşitliğini sağlamak, First Lady'nin üstlenebileceği bir diğer kritik sorumluluktur. Mesleki eğitimi güçlendirmek, öğretmenlerin statüsünü yükseltmek ve okullarda geleneksel sanatların öğretilmesini teşvik etmek, bu alanda atılabilecek somut adımlardır.

Türkiye'nin First Lady'si, halka dokunan, kültürü koruyan, diplomasiyi insani boyuta taşıyan ve Anadolu'nun bilge kadınlarının mirasını yaşatan bir profil çizmelidir. Unvanın değil, hizmetin ön planda olduğu bu anlayış, toplumsal dönüşümün itici gücü olabilir.

Michelle Obama'nın da dediği gibi: "Makamınız ne olursa olsun, yaptığınız işin samimiyeti sizi kalıcı kılar." Türkiye'de First Lady olmanın özü de bu anlayışta yatmaktadır. Gerçek liderlik, insanların yüreğine dokunabilmekte ve kalıcı izler bırakabilmektedir.


First Lady'lik, resmi bir makam olmamasına rağmen toplum üzerinde büyük etki yaratabilen önemli bir sosyal roldür. Bu nedenle, First Lady adaylarının eğitimi sadece akademik başarıyla sınırlı kalmamalı, çok yönlü bir hazırlık sürecini kapsamalıdır.

Akademik altyapı, First Lady'lerin çalışmalarına önemli katkı sağlar. Örneğin Hillary Clinton'ın hukuk eğitimi, sağlık reformu çalışmalarına hukuki bir perspektif kazandırmıştır. Michelle Obama'nın sosyoloji ve antropoloji bilgisi ise eğitim projelerinde kültürel farklılıkları anlamasına yardımcı olmuştur.

Görünmeyen müfredat olarak adlandırılabilecek bazı beceriler de büyük önem taşır. Protokol dışı diplomasi, medya okuryazarlığı ve psikolojik dayanıklılık gibi unsurlar, First Lady'lerin başarılı olabilmesi için gerekli temel yetkinliklerdir. Bir First Lady'nin yanlış bir açıklaması uluslararası krize yol açabilirken, doğru bir projesi nesiller boyu sürecek sosyal dönüşüm sağlayabilir

First Lady'lik en az devlet başkanlığı kadar karmaşık bir roldür. Bu makamı taşıyacak kadınlar, akademik donanımla insani duyarlılığı birleştirebilmelidir. Çünkü First Lady'ler ülkelerinin yüzüdür ve bir ülkenin en derin izleri, kadınların ellerinde şekillenir. Bir First Lady'nin en büyük gücü, kitaplardan öğrendikleriyle sokaktaki gerçekleri buluşturabilme yeteneğidir.

Bu yazı toplam 3706 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
Dilek ALP Arşivi