ÇARK
Gebze yıllardır 'sanayinin kalbi' olarak anlatılıyor.
Fabrikalar, organize sanayi bölgeleri, bacalar, tırlar, vardiyalar…
Üretim var, hareket var, para dönüyor.
Peki ya insan?
Bu şehir gerçekten yaşayanlara mı hizmet ediyor,
yoksa sadece çarkların dönmesi için mi var?
Bir şehir düşünün:
Çarklar kusursuz dönüyor!
Makineler hiç durmuyor ama insanlar nefes alamıyor.
Yollar kamyonlara göre.
Planlar fabrikalara göre.
Saatler vardiyalara göre.
Ama hayat, insana göre değil.
Bir kentin gelişmişliği; kaç fabrika bacası olduğu ile değil, insanına sunduğu yaşam kalitesi ile ölçülür.
Bir şehir yalnızca ekonomisiyle büyümez.
Bir şehir insanıyla nefes alır.
Çalışan, üreten, vergi ödeyen insanlar bu kentin misafiri değil, sahibidir.
Ama bugün tablo tam tersi:
İnsanlar bu şehirde misafir gibi yaşıyor.
Mülk sahipliği hayal, huzur lüks, sakinlik masal...
Ulaşım, sadece iş saatlerine göre planlanıyor.
İnsanların sosyal hayatı, kültürü, ruhu sanki yok kabul ediliyor.
'Çalış – eve dön – uyu – tekrar üret' döngüsü,
şehir planlamasının ana maddesi haline gelmiş durumda.
Bunların yanısıra kentin en büyük sorunu artık sadece trafik ya da hava kirliliği değil.
En büyük sorun: barınmak.
Kiralar akılla, mantıkla, insafla açıklanamayacak seviyelerde.
Bir emlak sitesine girdiğinizde artık ev değil, korku satın alıyorsunuz.
Rakamlar maaş bordrosuyla değil, bilim kurgu senaryolarıyla yarışıyor.
Daha acısı da şu:
Sadece kiralar değil, satılık ev fiyatları da halkın erişebileceği sınırların çok dışında.
Asgari ücretle çalışan birinin ev satın alması artık hayal bile değil.
Bu, sistemin sessiz bir şekilde insanlara şunu söylemesidir:
'Bu şehirde çalışabilirsin ama sahip olamazsın.'
Yani üret, vergi ver, hizmet et…
Ama ev alma.
Kök salma.
Gelecek planı yapma.
Sanki bu şehir, yaşayanlara değil, sadece yatırımcıya, sadece arsa spekülatörlerine, sadece rakamlara ait.
Ve tüm bunlar olurken ne görüyoruz?
Denetim yok.
Yaptırım yok.
Hukuki uygulama yok.
Yasalar kâğıt üzerinde.
Uygulama yok.
Fahiş arttırılan kiralara müdahale yok.
Gerçeği yansıtmayan emlak balonuna dur diyen yok.
Vatandaşı koruyan bir irade görünmüyor.
Bir şehir, kendi insanını bu kadar yalnız bırakıyorsa, orası gelişmiş değil, terk edilmiş bir şehirdir.
Sanayi var ama huzur yok.
Para dönüyor ama adalet yok.
Büyüme var ama paylaşım yok.
Peki soralım açıkça:
Biz nasıl bir şehir istiyoruz?
Sadece bacaları yükselen, insanların ezildiği bir sanayi kenti mi?
Yoksa çalışanına sahip çıkan, barınmayı bir hak olarak gören, insanı merkeze alan bir kent mi?
Çözüm karmaşık değil.
Aslında çok net:
Gerçek denetim...
Caydırıcı yaptırım...
Şeffaf konut politikası...
Ulaşılabilir kira ve satış fiyatları için kamusal adımlar...
Barınma bir piyasa oyuncağı olamaz.
Ev bir yatırım aracı değil, yaşam alanıdır.
İnsanca yaşayabilmek, insan hakları maddelerinden biridir.
Hizmet vermekle yükümlü merciler, yetkililer artık bir tercih yapmak zorunda:
Ya sadece beton ve sanayi büyüyecek ya da birlikte insan büyüyecek.
Bu şehir, bu tercihle anılacak.
Sanayi , rant kenti olarak mı, yoksa insana insan gibi hizmet eden bir kent olarak mı?
Cevap, hizmet etmek için seçilmişlerin vicdanında gizli!
Çark, dönmesi gerektiği gibi doğru yönde dönmeli artık...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.