KENT SERİSİ 96: Yaşanmamış Bir Depremin Ardından...
Bazen tarihe “yaşanmış felaketler” kadar “yaşanmamış felaketler” de yön verir. Düşünelim: Eğer 17 Ağustos 1999 gecesi Marmara’yı sarsan büyük deprem hiç yaşanmamış olsaydı, bugün nasıl bir Türkiye’de yaşıyor olurduk?
Elbette öncelikle on binlerce insan ölmez, yüz binlerce aile dağılmaz, bir toplumun kalbine kazınan o büyük travma yaşanmazdı. Fakat işin başka bir yüzü daha var: Deprem gerçeğiyle yüzleşmek belki de çok daha ertelenirdi.
1999 sonrası kurulan AFAD, zorunlu deprem sigortası, yapı denetimi tartışmaları ve kentsel dönüşüm politikaları belki hiç gündeme gelmeyecekti. İstanbul’un ve Marmara’nın fay hatları üzerine kurulu kırılgan yapıları olduğu gibi kalacaktı. Bugün hâlâ eksik ve tartışmalı olsa da, o büyük sarsıntının ardından en azından “bir şeyler yapılmalı” duygusu doğmuştu. Deprem hiç yaşanmasaydı, belki o duygu hiç oluşmayacaktı.
Yıkılan İktidarlar, Doğan Yeni Güçler
Ama belki de en büyük kırılma siyasette yaşandı. Depremin ardından hükümetin kriz yönetimi büyük tepki topladı; geciken müdahaleler, koordinasyonsuzluk ve yetersiz hazırlık iktidara duyulan güveni sarstı. Bu süreç, DSP–MHP–ANAP koalisyonunun yıpranmasına zemin hazırladı. 2001 ekonomik kriziyle birleşen bu tablo, 2002 seçimlerinde halkın tercihini köklü biçimde değiştirdi.
Deprem sonrası aslında yalnızca binalar değil, siyaset sahnesinin ağır taşları da çöktü. ANAP, 1980’lerin güçlü iktidar partisi, 2002’de yüzde 5’in altına düşerek Meclis dışında kaldı. DSP, Bülent Ecevit’in liderliğinde 1999’da birinci parti konumuna gelmişti ama deprem ve ardından gelen krizle birlikte adeta eridi. DYP ve merkez sağın diğer aktörleri de toparlanamadı.
Bu boşlukta, yeni bir siyasi hareket sahneye çıktı: 2001’de kurulan AKP, 2002 seçimlerinde tek başına iktidara geldi. CHP ise, Deniz Baykal liderliğinde yıllarca süren muhalefet krizinden sonra 2002’de barajı aşarak Meclis’e girebildi ve kendini yeniden inşa etme fırsatı buldu. Yani deprem yalnızca can kaybıyla değil, bir dönemin siyasi haritasını da değiştiren bir kırılma oldu.
Çifte Yıkım
Depremin yarattığı fiziksel yıkım, Türkiye ekonomisini de vurdu. Sanayi tesisleri çöktü, üretim sekteye uğradı. Zaten kırılgan olan ekonomi, depremden iki yıl sonra yaşanan 2001 krizine hazırlıksız yakalandı. Türkiye IMF programlarına bağımlı hale geldi.
Benzer tabloyu 2023’te de gördük. Kahramanmaraş merkezli depremler yalnızca 11 ili değil, ülke ekonomisinin önemli damarlarını da felç etti. Tarım, lojistik, sanayi ve konut sektörü büyük yara aldı. Yine milyarlarca dolarlık kayıpla karşı karşıya kaldık.
Ders Alınmayan 26 Yıl
1999 depreminden sonra “toplanma alanları” belirlendi ama yıllar içinde AVM’lere, rezidanslara, otoparklara dönüştürüldü. Kentsel dönüşüm bir güvenlik projesi olmaktan çok rant projesine çevrildi. Yıkılması gereken binalar ayakta kalırken, ayakta duran sağlam yapılar dönüşüme sokuldu.
2023 depreminde tablo aynıydı: Denetimsiz binalar yerle bir oldu, zemin etütleri hiçe sayıldı. Fay hattı üzerine kentler inşa edildi. Kısacası, çeyrek asır boyunca deprem gerçeğine karşı şehirlerimizi değil, çıkarlarımızı dönüştürdük.
Bitmeyen Travma
1999 depremi toplumsal hafızada derin bir yara bıraktı. İnsanlar yıllarca geceleri ışık açık uyudu, artçı sarsıntılarla irkildi. Ancak bu travma zamanla kanıksandı. Toplum “unutmayı” bir savunma mekanizması haline getirdi.
2023 depreminde ise aynı psikolojik tabloyu yeniden yaşadık. İnsanlar günlerce sokaklarda battaniyelerle uyudu, sosyal medyada feryatlar yükseldi. Devlete olan güven sarsıldı. Toplum, “yalnız bırakıldık” duygusunu yeniden iliklerine kadar hissetti.
Dayanışmanın Gücü, Hükümetin Zafiyeti
Her iki depremde de en güçlü refleksi halk gösterdi. Gönüllüler, sivil toplum örgütleri, gençler, arama-kurtarma ekipleri seferber oldu. Türkiye’nin kültürel kodlarında köklü bir dayanışma refleksi var. Ne yazık ki, hükümetin hantallığı bu dayanışmanın önüne çoğu zaman duvar ördü.
Ve Bugün…
Sonuçta 1999 depremi büyük bir acının adı oldu, 2023 ise o acının tekrarı… İki felaket arasındaki çeyrek asır bize şunu öğretiyor: Biz hâlâ yaşanmış felaketlerden değil, yaşanmamış felaketlerin hayalinden ders çıkarmayı tercih ediyoruz.
Depremler yalnızca yer kabuğunu değil, siyaseti, ekonomiyi, toplumu, psikolojimizi ve kentlerimizi de sarsıyor. Ama biz hâlâ “uyanıp tekrar uyuyan” bir ülke olmaktan öteye gidemiyoruz. Oysa artık ayak seslerini duyduğumuz bir geleceğe değil, üzerine sağlam adımlar atacağımız bir bugüne ihtiyacımız var.