Kent Serisi 99: İNSANLIĞIN SINIRI GAZZE
Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın…
Bir zamanlar Akdeniz'in incisi, tarihin, kültürün, medeniyetlerin beşiği olan Gazze, bugün dünyanın en büyük açık hava hapishanesi. Evet, hapishane. Çünkü orada yaşayan iki milyondan fazla insan, doğdukları andan itibaren bir kuşatmanın, bir ambargonun, şiddetin ve ölümün pençesinde hayata tutunmaya çalışıyor. Ve biz, dünyanın geri kalanı, bu insanlık dramını sadece seyrediyoruz. Her şeyi uzaktan seyrettiğimiz gibi. Sessizce, çaresizce, bazen de normalleştirerek umursamazca.
Gazze'de her gün, bir insanın hayatı boyunca görmek istemeyeceği acılar yaşanıyor. Bombaların gölgesinde uyanıyor çocuklar. Anne karnındaki bebekler, daha hayatlarının ilk nefesini almadan, ölümle burun buruna geliyor. Hastaneler, ilaçsızlıktan, elektriksizlikten, yaralıların acısını dindirememenin çaresizliğiyle inliyor. Okullar, oyun bahçeleri, parklar... Hepsi birer enkaza dönüşmüş durumda. Gazze'de çocuk olmak, oyuncaklarla değil, enkazda oynamak demek. Gazze'de anne olmak, çocuğunu her an kaybetme korkusuyla yaşamak demek. Gazze'de insan olmak, her an ölümle burun buruna yaşamak demek.
Peki, biz neredeyiz? Dünya nerede? İnsanlık nerede? Uluslararası toplum, insan hakları örgütleri, medya... Hepsi bu acıyı görmezden mi geliyor? Yoksa Gazze, sadece bir istatistikten, bir haber başlığından ibaret mi? Unutmayalım ki, Gazze'de yaşananlar sadece Filistinlilere ait bir trajedi değil. Bu, insanlığa ait bir yara, bu dünyanın ortaklarından birine… Bu, hepimizin ortak vicdanına düşen bir kara leke.
Birleşmiş Milletler verilerine göre, Gazze'deki nüfusun %80'i insani yardıma muhtaç. Temiz su, gıda, ilaç... En temel insani ihtiyaçlar bile lüks haline gelmiş durumda. Çocuklar, yetersiz beslenmeden dolayı gelişim bozuklukları yaşıyor. Bebek ölüm oranları korkunç seviyelere ulaşmış durumda. Psikolojik travmalar ise nesiller boyu sürecek izler bırakıyor. Gazze'de hayatta kalmak bir mucize, ama yaşamak tam bir işkence.
Bu satırları yazarken, kelimelerin yetmediğini hissediyorum. Çünkü hiçbir kelime, bir annenin kucağında cansız yatan çocuğunun acısını anlatamaz. Ya da bebeğinin açlıktan ölümünü çaresizce izlemek. Hiçbir cümle, bir babanın enkaz altından çıkardığı evladının son nefesine tanıklık edemez. Hiçbir metafor, bir çocuğun gözlerindeki korku ve çaresizliği tam olarak yansıtamaz.
Susmak çare değil. Susarsak, sesi kısılanların acısı daha da büyür. Görmezden gelirsek, bu acılar normale dönüşür. Normalleşirse, insanlık onurunu kaybeder. Bireysel olarak yapabileceklerimiz çok kısıtlı biliyorum. Bu tepkilere ülke yetkilileri önayak olmalı, dünya gündemi sadece bu olmalı, “insanlar ölüyor hey dünya kendinize gelin” diye haykırmalı büyükler…
Buradan tüm dünyaya, tüm insanlığa seslenmek istiyorum: Gazze sadece coğrafi bir yer değil, vicdanlarımızın sınav alanıdır. Orada yaşanan her acı, hepimizin ortak sorumluluğudur. Sessiz kalmak, bu acıya ortak olmaktır. Kayıtsız kalmak, bu zulme destek vermektir.
Gazze için adalet, Gazze için özgürlük, Gazze için insanca yaşam hakkı talebimiz, aynı zamanda insanlığın kurtuluşu için bir çığlıktır. Bu çığlığı duyun. Duymazdan gelmeyin. Çünkü bir gün, tarih hepimizi yargılayacak ve "Gazze'de olanlara karşı ne yaptınız?" diye soracak. O zaman verecek cevabımız olmalı.
Umudumuz, insanlığın bu sınavdan alnının akıyla çıkması. Çocukların yeniden oyun oynayabildiği, annelerin evlatlarını korkusuzca büyütebildiği, insanların onuruyla yaşayabildiği bir Gazze için... Ve belki de o zaman, hep birlikte, insan olduğumuzu hatırlayacağız.