KENT SERİSİ 107: Bir Kent, Başkanından Ne Zaman Vazgeçmeli?
Bir kent, sadece beton ve asfalt yığınından ibaret değildir; o, yaşayan bir organizmadır, nefes alan bir topluluktur. Bu organizmanın beyni ve kalbi ise seçilmiş yerel yönetimde, yani belediye başkanında atar. Başkan, kentin sadece bugünün idare eden değil, yarınını hayal eden baş mimarıdır. Ancak, tıpkı büyüyen bir çocuğun eski kıyafetlerine sığmaması gibi, bir kent de zamanla yönetiminin vizyonuna sığamaz hale gelebilir. Öyle bir an gelir ki, sadakat ve alışkanlık perdesi kalkar; kentin geleceği, mevcut liderin kişisel kariyerinin önüne geçer. Peki, bir şehir, duygusallığı bir kenara bırakıp, sağduyunun sesine kulak vererek, belediye başkanından ne zaman vazgeçmeli? Kentin enerjisi nerede tükenir ve değişimin kaçınılmaz bir zorunluluk olduğu o kritik dönemeç hangi somut göstergelerle anlaşılır? Bu sorgulama, siyasi bir eleştiri değil, bir kentin kendi geleceği için atması gereken en temel adımdır.
Belediye başkanları, sadece imza atan bürokratlar değil, aynı zamanda şehrin ruh mimarları, geleceğe dair vizyonun taşıyıcılarıdır. Ancak, tıpkı mevsimlerin değişmesi gibi, siyasetin de doğal bir döngüsü vardır ve her yönetim, belli bir noktada sorgulanmaya başlar. Bu kararın temeli, kişisel beğenilerden veya siyasi hizipleşmelerden ziyade, kentin ortak refahı ve gelecek potansiyeli üzerine kurulmalıdır. Vazgeçiş, bir başarısızlık ilanı değil, bir kentin daha iyi bir geleceğe duyduğu kaçınılmaz bir ihtiyaçtır.
Bir başkanın görev süresinin ilk yıllarında sunduğu enerji, yeni projeler ve taze fikirler, zamanla yerini rutinleşmeye bırakabilir. Bir kentin değişim vaktinin geldiğinin ilk ve en sinsi göstergesi, başkanın artık vizyon üretememesi, kentin sorunlarına karşı tekrara düşmesidir. Eğer gündem, beş yıl önceki projelerin makyajlanıp yeniden sunulmasından ibaretse, eğer o ilk günkü heyecan, yorgun bir "idare etme" anlayışına dönüşmüşse, kentin geleceği durağanlığa mahkûm edilmiş demektir.
Bir kent, yönetiminin artık yarın değil, sadece bugünü kurtarma çabasına odaklandığını hissettiğinde alarm zilleri çalmalıdır. Kentin ufkunu genişletmeyen, sadece günü kurtaran bir yönetim, o kentin en büyük engelleyicisi haline gelir. Duygusallığı bir kenara bırakıp, somut verilere bakmak gerekir. Değişim vaktinin geldiği, kentin temel göstergelerinde kendini açıkça belli eder:
Trafik, çevre kirliliği, yeşil alan kaybı ve altyapı sorunlarının artarak kronikleşmesi.
Kentin belirli mahalleleri gereksiz ve lüks projelerle parlatılırken, diğerlerinin gerçek ihtiyaçlarının ihmal edilmesi.
Bütçenin halka açık, anlaşılır olmaması ve gereksiz projelere kaynak aktarılması.
Başkanın popülaritesi ne olursa olsun, eğer kentin demografik hızı ve ihtiyaçları, belediyenin çözüm hızından daha yüksekse, o yönetim artık kente hizmet edemiyor demektir. Bir yönetim, mazeret üretmeye başladığı an değil, mazeretlerinin artık kenti ikna edemediği an bitmiştir.
Demokrasilerde yöneticiler, sadece bir kez değil, her gün halkla yeniden ilişki kurmak zorundadır. Değişim zamanının geldiği, başkanın kendini kentin tek sahibi gibi görmeye başladığı, eleştirilere kulak tıkadığı ve kenti tek kişilik bir iradeyle yönettiği an anlaşılır.
Başkan, halktan gelen meşru şikâyetleri birer kişisel saldırı olarak algılıyorsa, katılımcı mekanizmaları (meclis, STK'lar, mahalle toplantıları) birer dekor olarak kullanıyorsa, o kentin yönetim biçimi kokuşmaya başlamış demektir. Kentlilik bilinci, sadece oy vermekle değil, aynı zamanda yönetime her an hesap sorma hakkıyla da pekişir. Kentin sesinin kısıldığı yerde, başkanın sesi de bir süre sonra yankılanmayı bırakır.
Bir kent, yöneticisinden ne zaman vazgeçmeli?
Cevap basit ve karmaşıktır: Yönetim, kentin gelecek vizyonunun önünde bir engel haline geldiği an vazgeçmelidir. Değişim, bir hata düzeltme eylemi değil, bir ilerleme hamlesidir.
Bir kentin yöneticisinden vazgeçmesi, bir ihanet değil, aksine kente duyulan en büyük sorumluluğun gereğidir. Bu karar, duygusal bağların, uzun yıllara dayanan siyasi alışkanlıkların veya kişisel dostlukların ötesine geçerek, sadece kentin ortak refahını merkeze koymalıdır. Eğer kent, mevcut yönetimle kendi geleceğini, yani arzu ettiği parkları, çözülen trafiği, şeffaf bütçeyi ve geniş vizyonu gerçekleştiremeyeceğine dair güçlü bir ortak kanaat geliştirmişse, değişim vakti gelmiştir. Kentler, liderlerin gölgesinde solmaya mahkûm değildir; onlar, kendilerini yönetenleri aşma gücüne sahip canlı yapılardır. Bazen en büyük hizmet, yerinde kalıp tutunmak değil, yeni fikirlere, taze bir nefese ve kentin ihtiyaçlarına cevap verecek yeni bir iradeye yol açmaktır.