Tuncer Altunbulak

Tuncer Altunbulak

İNSANIN KENDİSİYLE YÜZLEŞMESİ

İNSANIN KENDİSİYLE YÜZLEŞMESİ

Kadınlar hakkında sürekli ileri geri konuşan bir tanıdığıma bir gün, ya bu kadınlar hakkında bu kadar konuşuyorsun onların hakkında ne biliyorsun? diye sormuştum. Bir iki hınk mınk ettikten sonra kadınları pek fazla tanımam deyince çok kızdım, o zaman niye ileri geri konuşuyorsun? Dedim. Cevap veremeyince nereden bileyim ben 50 yaşına geldim daha evlenmedim ki diyerek kendini savunmaya geçti. Böyle kendini tanımayan milyonlarca insan var bu ülkede. Tevfik Fikret “Kadınları okutmayan ve önemsemeyen bir toplumun çocukları asla cahillikten kurtulamazlar.” demiş. Bu arkadaş da eğitimsiz. Eğitimsizlik çok kötü, çocuklarımızı yarınki hayatlarına hazırlayabilmek için onlara nasıl bir eğitim vermeliyiz? Kendilerine ve topluma faydalı olabilmeleri için gerçekten çok iyi bir eğitim görmeleri gerekir. Hayatta iyi bir mevki edinmek ve iyi bir gelir getirmeleri yerine gençlerin kültürünü genişletecek, zenginleştirecek ve onları topluma faydalı hale getirecek bir eğitim şart. Yoksa sözünü ettiğim bu cahil adam gibi onlar da dedikoducu olurlar. Eğitimsizliği yüzünden tımarhaneye getirilen İzzet amcanın kısa öyküsünü anlatmaya çalışacağım. İzzet amcayla bir süre beraber tedavi görmüştüm, politik biri değildi fakat politik nedenlerden dolayı hiç hakketmediği bir kuruma müdür yapılmış. Babası anlatmıştı 6 ay geçmeden birden bire değişmiş, önce evdekilere emirler vermeye başlamış kızdığı zaman siz benim kim olduğumu biliyor musunuz? Diyormuş. Aynı şeyleri iş yerinde de yapınca olanlar oluyor önce alttakilerine hakaret ediyor sonra üstlerine karşı çıkıyormuş. Cahil insanlar böyledir hakketmedikleri bir yere getirildikleri zaman böyle şeyler yaparlar. Kendisiyle burada yüzleşince biraz iyileşmişti. Rus yazarı Gogol’un İzzet amcanın öyküsüne benzer bir öyküsü vardır. Bir Delinin Hatıra Defteri’nde anlatır bunu. Bu öykünün kahramanı sıradan bir işçidir, okuduğu bir gazetede İspanya kralının öldüğünü kralın yerine bir kadını kraliçe yapacaklarını okuyunca birdenbire kafasında şimşekler çakar kadından kral mı olurmuş der.  Sonrası malum sokaklarda İspanya kralı benim demeye başlar. Uzun bir öyküdür, onu da İzzet amca gibi apar topar bir tımarhaneye götürürler. Evet insanlar böyle, insanlar kısım kısım. Ben insanları bir askerlik döneminde bir de fabrika hayatında tanıdım. Allah insanları birbirlerini sevsinler, dertlerini sıkıntılarını paylaşsınlar diye yaratmış ama ne yazık ki insanlar birbirlerine yapmadıkları kötülüğü bırakmıyorlar. Tarihin her döneminde bu böyle sürmüş krallar, çarlar, prensler, prensesler yani zenginler çıkmış ortaya ve kendilerini sıradan insanlardan farklı görmüş, imtiyazlı saymış ve asil oldukları hayaline kapılmışlar. Halkın büyük bir kısmını da buna inandırmışlar. Alt tabakadan insanlarla evlenmemişler, hiçbir şeylerini paylaşmamışlar, ortak iş yapmamışlar ve halkı hor görmüşlerdir. Jean Jacques Rousseau kendisini hor görenlere, “Uşak olmamı istediniz işte oldum işte size hizmet ediyorum. Hoşunuza gidiyor mutlu musunuz? Ahmak olmamı istediniz işte ahmak oldum, bundan keyif alıyor musunuz?” diyerek isyanlarını dile getirir. Rousseau; insanları uşaklık yaptığım zaman tanıdım der. Rousseau ‘nun aksine Dostoyevski kendini hor görenlere karşı umursamaz davranır hatta bundan keyif aldığını bile söyler. Kendisine hakaret eden birine beni alçalttın hakaret ettin umurumda bile değilsin bundan keyif bile aldım demiş. Cahillik ve kabalık yalnız yoksulların yaşamını zorlaştırmamış, zenginlerin hayatlarını da zorlaştırmıştır. Zenginlerin çocuklarına yaptığı yanlış nasihatler yüzünden çocukları hep buyurgan ve nobran olmuşlar. Eleştiriyi asla kabul etmemişler, etmezler de emirlerine karşı çıkılmasına asla tahammül gösteremezler. Haksız olsalar bile özür dilemezler. Dostoyevski bütün bunları “Budala” isimli eserinde anlatmıştır. Zenginleri ve yoksulları bir araya getirmiş, tartıştırmış. Gerçekten okunması gereken bir romandır. Romanın bir bölümünde Hollandalı ressam Holbein’in “Ölü İsa Tablosu” diye bir tablosu vardır. Dostoyevski bu tabloya kafayı takmıştır, yazdığı romanların hemen hemen hepsinde bu tablonun felsefesi vardır. Romanın başka bir sahnesinde de romanın baş kahramanı Muşkin birisi tarafından tam öldürüleceği sırada sara nöbeti gelir ve yüksek sesle bağırmaya başlayınca adam korkudan kaçar. Ben bu romanı evlenemeden önce okumuş olsaydım asla evlenmezdim çünkü hastalığım döneminde aileme ve çevreme epey sıkıntılar çektirdiğimi biliyorum. Çocukluğumda ve gençliğimde rüyalarımda garip garip şeyler görür ve bazen de gündüz yaşadığım şeyleri gece anlatırmışım yani o zamandan bir hastalığım varmış ama bizimkiler beni bir doktora değil hocaya götürmüşler. Sevgili okurlarım her insanın içsel duygularını oluşturan mutlaka yaşadığı bir öyküsü vardır. 

Bu yazı toplam 3138 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Tuncer Altunbulak Arşivi