Cengiz Akgün

Cengiz Akgün

EYLÜL ÜZERİNE BİRKAÇ ŞEY…

EYLÜL ÜZERİNE BİRKAÇ ŞEY…

‘’Eylül toparlandı gitti işte, Ekim filan da gider bu gidişle’’ demişti. Turgut Uyar

Türk şiirinin bu unutulmaz dizesi, sonbaharın o ince sızısını, hayatın kaçınılmaz akışını ne de güzel özetler. İşte yine o aydayız; Ekim. Sonbaharın kalbine iyice yerleştiğimiz, doğanın adeta bir ressamın fırçasından çıkmışçasına altın, bakır ve kırmızının en ihtişamlı tonlarına büründüğü ay. Bu ay, sadece takvim yaprağındaki bir sayı değil, ruhumuzdaki melankolinin ve derin tefekkürün de adıdır.

Yazın o coşkulu, gürültülü neşesi yavaşça dinmiş, yerini "Hüzün ise, ben demektir," diyen Özdemir Asaf'ın fısıltısına bırakmıştır. Düşen her bir yaprak, geride kalan bir hikâyeyi, biten bir mevsimi ve hızla akıp giden zamanı anlatan bir mısra gibidir.

Sonbahar, edebiyatın ve düşüncenin en verimli zamanıdır. O hafif serinlik, insanın kendi içine dönmesini, hayatın o karmaşık döngüsünü sorgulamasını sağlar. Ünlü yazarlar da bu mevsimin büyüsünden kendilerini alıkoyamamışlardır.

Sabahattin Ali'nin o içli sorusu ise, Ekim akşamlarının sessizliğinde yankılanır: "Niçin rüzgârlı sonbahar akşamlarında, sessizce yan yana yürüyerek ruhlarımızın konuştuğunu dinleyemiyoruz? Niçin yanımda değilsin?" Sonbahar, yalnızlık duygusunu en çok hissettiren, ama aynı zamanda en çok da bir araya gelme arzusunu körükleyen bir mevsimdir.

Ve elbette Yahya Kemal Beyatlı, zamanın tükenişini sonbaharla özdeşleştirir: "Fâni ömür biter, bir uzun sonbahâr olur. Yaprak, çiçek ve kuş dağılır, târumar olur." Sonumuzun o kaçınılmaz vedasını, doğanın bu melankolik vedasıyla ne kadar da ustaca birleştirir.

Ekim'de yere düşen kuru yaprakların ayaklarınızın altında çıkardığı o hışırtı sesi, aslında zamanın ta kendisidir. O ses, bize her şeyin ne kadar geçici olduğunu, durmadan akıp gittiğini fısıldar.

"Zaman, sadece bir an değil, bir yaşam tarzıdır." der Stephen Covey. Ancak bizler, çoğu zaman Turgut Uyar'ın da dediği gibi, Eylül'ün ardından Ekim'in de elimizden kayıp gideceğinin farkına varamayız.

Zaman, adeta bir nehir gibidir; aynı saniyede iki kez yıkanamayız. Albert Einstein'ın sözü bu noktada bir uyarı niteliğindedir: "Zamanın ne kadar hızlı geçtiğini fark etmek için, sadece mutlu anları say." Oysa biz, mutluluğu erteleyerek, şikâyetlenerek ve sürekli geleceğe odaklanarak, şu anın, yani hayatın ta kendisinin avucumuzdan akıp gitmesine izin veriyoruz.

Geçmiş, sadece tecrübe edinilecek bir kılavuzdur. Gelecek, sadece umut edilecek bir vaattir. Sahip olduğumuz tek gerçek ise, sararmış bir yaprağın yere düşüşündeki o kısa, o anlık duraksamadır: Şimdiki Zaman.

Bu yazı toplam 4521 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
Cengiz Akgün Arşivi