Dilek ALP

Dilek ALP

“AŞK OLSUN”

“AŞK OLSUN”

Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın,

bir sincap gibi mesela,

yani yaşamın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden

yani bütün işin gücün yaşamak olacak.

 

Yaşamayı ciddiye alacaksın,

yani o derecede, öylesine ki,

mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,

yahut kocaman gözlüklerin,

beyaz gömleğinle bir laboratuvarda

insanlar için ölebileceksin,

hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,

hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,

hem de en güzel,

en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde.

 

Yani öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,

yetmişinde bile, mesela zeytin dikeceksin,

hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,

ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,

yaşamak, yani ağır bastığından…
 

Nazım Hikmet, 1947

*

Günlük rutin hayatını bile aşkın yaşayan biri olarak, 30. haftanın yazısında biraz sakinlik dedim, ılıman sularda yüzmek istiyorum eser miktarda. Gündem o kadar karmakarışık ki doğayı mı koruyalım, denizlerimizi mi? Derin devlet mi,  eğitim mi, sanatçıların harap hali mi? “La casa de papel” lezzetinde hayatımız mı, Al Capone’nun Pazar konuşmaları mı, ne açılabildiğimiz ne de kapanabildiğimiz bir pandemi mi, milyon tane soru içinde aşılarımızı mı? Düşündüm AŞK en iyisi dedim… Bu karmaşada aşka sığınayım istedim. Ne de olsa kenarından köşesinden her şeye katılabilen hoş kokulu bir olgu, ne kadar rahat sarf ediyoruz bu kelimeyi?

Aşkı en güzel yorumlayan, 3 Haziran 1963’de kaybettiğimiz Nazım Hikmet’in dizeleri ile başlamak istedim, Piraye ve Vera’ya duygularını ne de güzel dile getirir cümlelerinde ve diğer aşklarına da dokunur usulca.


Her şey dünyanın diğer kıtasında, eşi tarafından bir kadına duyulan aşkın somut hale gelmiş halini gözlerimle gördüğüm anda başladı… Ankara Üniversitesi Peyzaj Mimarlığı son sınıf öğrencisiyken staj için gittiğim Kanada’nın Pasifik sahilinde bulunan Victoria Adası’nda gezdiğim 22 hektarlık park, bana tutkunun ne kadar kuvvetli ve artan bir duygu olduğunu gösterdi.

Bahsettiğim yer “Butcharts Garden – Buchart’ların Bahçesi” olarak biliniyor. Park alanını gezerken mesleğim gereği yeşil dokuya âşık olsam da, parkın hikâyesini öğrendikten sonra bambaşka bir aşkla karşılaştım. Çok sayıda suni gölet, nehir, şelale, sayısız çiçek tarhları ve egzotik bitkiler bu pitoresk (resmi yapılmaya değer) bahçeyi anlatıyordu.

Hikâyede yine bir kadın başrol vardı. Her şey aşka emek vererek başlamış. Jennie Butchart, 1904 yılında eşi Robert ile kireç ocağı olan araziyi satın alırlar, para basan mayınlı taş ocağı yapmak yerine eşi benzeri olmayan bir bahçe hayal etmişler. Eminim o da bu hayalinin dünyaya mal olacağını bilmiyordu.


Kireçtaşı birikintilerinin o muhteşem ada doğasını mahvedeceğini üzüntüyle gören Jennie eşine baskı uygulayarak fabrikayı kurdurmuyor ve eşi Robert’ı ada toprağını ıslah etmeye ikna ediyor. Zengin kireç ocağı fabrikasının yerine büyük bir bahçe düşü kuruyorlar. Tonlarca toprak aktarmaya başlıyorlar ve aylar sonra taş ocağı yavaş yavaş Batık Bahçe’ye dönüşüyor.

1906’dan sonra, Japon Bahçesini, İtalyan Bahçesini ve kokuları okyanus dalgalarını aşan ünlü Gül Bahçesini tasarlıyorlar. Köknarlar, sedirler ve kavaklar stratejik olarak yerleştiriliyor, çiçek açan ağaçlar, çalılar takip ediyor. Jennie özünde bir sanatçıydı. Dünyaca ünlü Butchart Gardens onun yaşayan başyapıtı olacaktı.

Jennie kimyager eşi Robert’ın yanında botanik çalıştı. Çevresi, onun sanatsal eğilimlerine destek veriyordu. Tesis bünyesindeki küçük evini yeniden tasarladı, çay partilerine ev sahipliği yaptı. Jennie her dönem, zamanın önünde gidiyordu. Yenilikleri takip ediyor ve tüm dünya ile bahçesinde kullanacağı bitkiler için bağlantıya geçiyordu.

Dünyaya nam salmış Gül Bahçesinde, yaklaşık 280 çeşit çiçek açıyordu. Japon Bahçesi, otantik kapısı, basamak taşları, dinginliği çağrıştıran akçaağaç ve kayın ağaçları ile tamamlanıyordu. Japon bahçesi için, Japonya'nın ünlü tasarımcısı Isaburo Kishida davet edildi. Akdeniz Bahçesi, adanın ılık, ılıman ikliminin bir kutlaması gibiydi sanki. Adanın yerli halkının kültürünü onurlandıran totem direkleri ise tüm dünya fotoğrafçılarının gözbebeği haline geldi. Ve benim kişisel favorim, İtalyan Bahçesi, dünyanın dört bir yanından getirtilen yeşil, egzotik palmiye ve bitkilerden oluşan kemerli bir duvarla biçimlendirilen muazzam peyzajdı.

Butchart Ailesi aynı zamanda heyecanlı birer gezginlerdi. Roma'ya yapılan bir gezi İtalyan Bahçesi'ne ilham verirken, Himalayalar, Pireneler ve doğuya yapılan seyahatler daha sıra dışı bitkileri toplamalarına ve bahçelerde kullanacakları vazolar, heykeller ve pagodalar (Budistlerin dini yapıları) gibi koleksiyonların oluşmasına neden olmuştu.

Eşi Robert’ın, Jennie’ ye aşkının somut bir hediyesi olan bahçede, çiçekli erikler, manolya, kızılcık, şakayıklar büyürken evleri gelişti. Arkadaşları bahçelerini ziyaret etmeye başladılar, arkadaşlarını getirdiler ve arkadaşları da diğer arkadaşlarını getirdi. Sonrasında bahçe resmi olarak haftada üç gün ziyaretçilere açıldı. Birinci Dünya Savaşı'na gelindiğinde, gezginler bahçeye akın ediyorlardı. Sonrasında Jennie bahçe kapılarını ardına kadar açtı ve ziyaretçileri haftanın yedi günü ağırlamaya başladı. Arkadaşları Jennie’ye giriş ücreti almasını önerdi. “Hayır, çiçekler uçup gidiyor. İnsanlar neden onlardan zevk almasın? Herkes için ücretsiz.” diyerek uzun yıllar halka kollarını açtı.

Jennie günlük yaşantısında kabarık ipek elbiseler giymektense tulum ve hasır şapkayı tercih eder bahçıvanlarla birlikte çalışırdı. Mükemmel bir hikâye anlatıcısıydı, cömert ve kibardı. Her hafta ziyaretçilerin attığı paraları çıkarmak için dilek kuyusuna gider, hayır kurumlarına bağışlamak için paraları paketlemeye yardım ederdi. O dönemde birçok hayır kurumu buradan büyük destek aldı.

Jennie 5000 çeşit bitkisini ziyaretçilerine kendi göstermeyi severdi, düşüncelerini alırdı. Ağaçlardan bazen meyve koparmalarına bile göz yumardı. Victoria şehrinin ücretsiz resmi karşılama görevlisi Jennie dünyanın ileri gelenlerini ağırladı. Yoksullar ve yaşlılar için çay partileri düzenledi. Görme engelliler kokularının tadını çıkarırken hayal edebilmeleri için çiçeklerin kelime resimlerini çizdi. Bahçesinin büyüsünü paylaşmak Jennie'nin insanlığa hediyesiydi.

1915’e kadar yaklaşık 30 bin kişi bahçelerini gezdiğinde bile, giriş ücreti almayı reddetti. Toplamda 23 yılda tamamlanan bahçe, hissedilen aşkın en tarifsiz haliydi. 1931'de Jennie, Victoria Şehri tarafından Yılın Vatandaşı olarak onurlandırıldı. 1938'de bahçelerin mülkiyeti torunlarına devredildi ve bugün hala ailenin kontrolünde.

Bazen insanların hayatlarında bir an, geleceği şekillendiren sihirli bir kudrete sahiptir. Benim de adımımı attığım an, Butchart’ların bahçesi mesleğime sonsuz saygı duymamı sağladı, doğa korumacılığını öğretti, insanı değerli kıldı, sanatı işime dâhil etti, nazik olmanın ayrıcalıklı olduğunu gösterdi ki Aşk Olsun demiştim ya en başta, doğanın uyum teorisine inanan herkesin 23 yıla mal olsa da AŞK olmadan o huzurlu başarıyı yakalamalarının imkânsız olduğunu hatırlatarak hepinize güzel bir hafta diliyorum.

Bu yazı toplam 11030 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
Dilek ALP Arşivi