ANMAK MI, ANLAMAK MI?
Her 10 Kasım geldiğinde, ulusal yasımızın ve minnet duygumuzun doruğa çıktığı o anlamlı günde, ne yazık ki bir kez daha aynı manzarayla karşılaşıyoruz. Sosyal medya mecraları, Atatürk’ün o görkemli silüetinin, yüzünün ve sesinin bolca kullanıldığı, şarkılı, türkülü paylaşımlarla dolup taşıyor. Kalplerimizdeki saygıyı ve özlemi ifade etme biçimimiz elbette takdire şayandır. Ancak, bu coşkunun ve görsel şölenin ardında, Atatürk'ü "anmak" ile "anlamak" arasındaki o derin uçurum gittikçe belirginleşiyor.
Elbette ki, tarihin en büyük liderlerinden birine fiziksel bir hayranlık duymak doğaldır. Onun duruşu, karizması ve milletine olan inancı asırlar boyu ilham kaynağı olacaktır. Ancak, mesele Atatürk ve onun mirası olduğunda, sadece fiziki ilgi göstermek, onun fotoğraflarını paylaşmak ya da belirli sembolleri kullanmak, yetersiz kalmaktan öte, tam anlamıyla anlamsızdır.
Atatürk'e fiziken ilgi gösterenlerin, Atatürk devrimlerine ve onun mirasına gram faydaları olmuyor. İşte bu noktada, o konforlu alanlarda yaşayan, Cumhuriyet'in kazanımları uğruna bir bedel ödemekten imtina eden, kolaycı bir kesim karşımıza çıkıyor: "Tatlısu Atatürkçüleri."
Onlar için Atatürkçülük; konforlu yaşamlarını sürdürürken, toplumsal bir baskı hissetmeden, sanal dünyanın güvenli limanlarında yerine getirilmiş bir görevden ibaret. Gerçeklerden bihaber, sosyal medya paylaşımlarıyla vicdanlarını rahatlatan, sığ bir kimlik. Onlar, sokağa çıkıp bir ilkeyi savunmanın, bir devrimi anlatmanın, hele ki emperyalizme karşı durmanın zorluğunu bilmezler.
Peki, Atatürk'ü anmak ve anlamak nasıl olmalı?
Atatürk, bir fotoğraf karesi ya da bir marş bestesi değildir. O, her şeyden önce bir fikir sistemi, bir duruş ve bir mücadele azmidir.
Unutmayalım: Atatürk, emperyalizme Anadolu topraklarında diz çöktüren, bu toprakları işgalden kovan Kurtuluş Savaşı'nın ve aydınlanmacı Cumhuriyet devrimlerinin tartışmasız lideridir. Onun mirası, nutuklarda kalmış cafcaflı sözler değil; tam bağımsızlık, milli egemenlik, laiklik, akıl ve bilimin rehberliği ilkeleridir.
Gerçek Atatürkçülük, bu ilkeleri gündelik hayatımıza, toplumsal mücadelemize ve siyasi duruşumuza taşımaktır. Bu, bedel ödemeyi gerektirir. Konfor alanından çıkmayı, eleştirel düşünceyi sahiplenmeyi, çağın sorunlarına onun vizyonuyla, yani akıl ve bilimle çözüm aramayı zorunlu kılar.
Tatlısu Atatürkçülüğünün sığ sularından çıkıp, onun ilkelerinin derin okyanusuna dalmak zorundayız. Atatürk'ü seven bir kalbe sahip olmak yetmez; Atatürk gibi düşünen bir akla sahip olmak asıl görevimizdir.