Cengiz Akgün

Cengiz Akgün

MOR SOKAĞIN İKİ YANKISI

MOR SOKAĞIN İKİ YANKISI

İstanbul'da, 1974 yazının kavurucu sıcağı, Beyoğlu'nun dar sokaklarına sinmişti. O yıllarda şehir, bir yanıyla eski, köklü bir zarafeti taşırken, diğer yanıyla yeni, hızlı bir değişimin sancısını çekiyordu.

Deniz, yirmi yaşındaydı. Saçları omuzlarından aşağı dökülüyor, kalın çerçeveli gözlüklerinin ardında meraklı, dünyayı anlamaya çalışan gözler parlıyordu. Babası işçiydi, annesi terzi. Onlar için Kasımpaşa'dan Galata'ya yürümek, bambaşka bir dünyaya adım atmak gibiydi. Deniz, o yaz Tünel'deki eski bir sahaf dükkanında çalışmaya başlamıştı.

Bir öğleden sonra, tozlu rafların arasında, eski bir Nazım Hikmet kitabına uzanırken, parmakları başka birinin parmaklarına değdi. Geri çekilip baktığında, karşısında Eren'i buldu.

Eren, mimarlık öğrencisiydi. Nişantaşı'nın sakin, ağaçlıklı sokaklarında büyümüştü ama ruhu hep şehrin karmaşık, canlı merkezine çekiliyordu. Üzerindeki açık renk keten gömleği ve yıpranmış kot pantolonuyla, Deniz’in gözünde sanki bir filmden fırlamış gibiydi.

“Af edersin,” dedi Eren, sesi hafif bir titreme taşıyordu. “Bu baskıyı uzun zamandır arıyordum.”

Deniz gülümsedi. O an, o kısa saniyede, zamanın akışı kitapların yavaş, unutulmuş kokusuyla karışıp durdu sanki. "Şanslısın," dedi Deniz. "Tek kalan buydu."

Sonraki haftalar, sahaf dükkanının loş ışığı altında fısıltılarla geçti. Pikapta çalan Ajda Pekkan şarkıları, eski İstanbul radyo oyunları ve raflardaki binlerce hikaye onların tanıklığıydı. Öğle aralarında, dükkanın hemen yanındaki küçük, çinko tepsili büfede gazoz içip, o günlerde ülkenin geleceği, boğazın rengi ve okudukları son şiirler hakkında konuşurlardı.

Deniz, Eren’in anlattığı sanat akımlarını, Eren ise Deniz’in mahallesinde ki æ maceralarını dinlerken, aralarındaki sınıf farkı bir kağıt mendil gibi buruşup önemsizleşiyordu. Onlar için tek bir gerçek vardı: Birbirlerinin sesini duyduklarında içlerinde uyanan o tuhaf, tatlı heyecan.

Bir akşam, dükkanın kapanmasına yakın, Eren elinde iki biletle geldi. "Emel Sayın konseri," dedi, biletleri uzatırken. "Açık hava. Yıldızlar altında."

O gece, Yıldız Parkı’nın esintisiyle serinleyen havada, Emel Sayın'ın kadife sesi havada süzülürken, Deniz ve Eren yan yana oturuyordu. Eren, aniden elini Deniz'in eline uzattı. Deniz tereddüt etmedi, parmaklarını onun parmaklarının arasına kenetledi.

O an hissettikleri şey, sadece bir aşk hikayesi değildi. 1970'lerin o çalkantılı, umut dolu İstanbul'unda, iki farklı dünyanın, iki farklı hayatın, birleşme cesaretiydi. Onların aşkı, Beyoğlu'nun mor sokağında yankılanan, ne eski ne yeni, tam ortada bir yerde, zamansız ve genç bir melodiydi.

*Hazırlık yaptığım yeni kitabımdan tadımlık bir bölüm.

Bu yazı toplam 3675 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
Cengiz Akgün Arşivi