TUNCER BEY’E SELAM

TUNCER BEY’E SELAM

 

 

 İnsan öyküleri yazanları seviyorum ben, hele de kendi öykülerini yazanları. Tuncer Bey de kendi öyküsünü yazanlardan. Bir de maskelerle dolaşanlara inat, içini dışına çıkarmış, kendini ters-düz etmiş.

 

Sık sık deli olduğunu vurguluyor, panik-ataklarından bahsediyor. Bunlar yetmiyormuş gibi, sıkıntılarının nedenlerini açık açık yazıyor. Yazdıklarıyla, ‘deli’liği de, tımarhaneyi de, ürperilen kavramlar olmaktan çıkarıyor. Ruhsal rahatsızlıkları, sıkıntıları normalleştiriyor. Tuncer Bey’in halk adına yaptığı en büyük iyilik budur, bence.

 

Tuncer Bey kesinlikle cesur bir adam. Ancak bu cesareti nereden aldığını kestiremiyorum. Zannımca, kaybeden insanların, kaybedecek daha fazla bir şeyi yoktur, deyip sarıldığı ipleri gevşetmiş ve kendini özgür bırakmış. İyi de etmiş.

 

15 yıldır yazıyormuş ve 15 yıldır kendini anlatıyormuş! Benim için şaşırtıcı.15 yıl boyunca kendini anlatabilmek… Bir insanın içinde bitmek tükenmek bilmeyen, gürül gürül akan bir hayat kaynağı olduğunu gösteriyor.

 

Üstelik Tuncer Bey, alaylı bir insan. Hani tiyatrocuların terimleri vardır ya; alaylı mı, okullu mu diye. Okullu ise eğitim almıştır, alaylı ise eğitim almadan başarı sağlamıştır. Tuncer Bey, bildiğim kadarıyla alaylı taifesinden. Alaylı tiyatrocu olmak, alaylı yazar olmaktan daha kolaymış gibi geliyor bana. Çünkü tiyatroda gözlem yeteneği, yazarlık içinse bilgi gerekiyor.

 

Tuncer Bey onu da halletmiş. Bol bol okuyor. Hele Dostoyevski hayranlığına hayranım. Gazete köşesindeki resmini ilk gördüğümde “bu, Dostoyevski’ye benzemiş” demiştim.

 

Geçen gün, Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar kitabını referans göstererek“ aşağılanmak insana zevk verir” demişti. Bu konuda uzunca tartışma fırsatımız olmadı ama beni de epey düşündürdü.

 

Rus yazarın, Yeraltından Notlar kitabını bu vesile ile bir kez daha okudum. Eserde aşağılanmak ve zevk üzerine iki türlü bakış açısı gördüm.

 

İlki, toplumdan dışlanmış, itilmiş birinin, kavganın ortasına girip dayak yemek ve hakarete uğramak arzusu…

Burada birey, var olduğunu hem kendine hem topluma bu yolla kanıtlamak istiyordu. Eğer dayak yiyip hakarete uğrasaydı, birileri varlığını kabul etmiş olacaktı. Var olduğunu hissetmenin zevkini ve huzurunu duyacaktı. Ama olmadı tabi, bir asker gelip, kolundan tuttu ve kavganın dışına attı.

 

İkincisi, toplumdan dışlanmış kişinin kabuğuna çekilip kendini aşağılayarak durumu kabullenmesi…

 

Bu noktada kişi özgürleşiyor ve kendi gibi yaşamayı öğreniyor. Aşağılanmaktan duyulan haz da bundan sonra başlıyor. Kendiyle de, başkalarıyla da dalga geçebilmenin zevkini duyuyor. Ayrıca, kişisel güç ve onurla ilgili gerçek bir manevi tatmin, bu raddeden sonra sağlanıyor.

 

Bir de benim kişisel gözlemim var. Şöyle ki; bir insan gerçekte hiç olmadığı bir şeyle aşağılanmaya çalışılıyorsa, bu durum öfkeden çok zevk veriyor. Çünkü biliyorsunuz ki, sizi herhangi bir şekilde aşağılamaya çalışan zat, sizden çok daha aşağıda. Bundan dolayı sizi kıskanıyor. Sizi alt edebilmenin yolunu aşağılamakta buluyor ve çoğu zaman kendisinde var olan bir özelliği size yansıtıyor.

 

Bu tür bir aşağılanma da, öfke ya da kızgınlık duyulmuyor. Güvensizlik diz boyuna çıksa da hoş bir haz alınıyor. Çünkü aşağıladığını zanneden kişi, kendini daha çok aşağılarken sizi yüceltiyor aslında. Bu yöntemin yetersiz ve kıskanç amirler tarafından sıkça kullanılabildiğini söylersem daha açıklayıcı olurum herhalde

 

Tuncer Bey, aşağılanmaktan zevk almak konusunda benim tahlillerime katılır mı bilmiyorum. Öyle sanıyorum ki, bu konuda kendisi daha çok düşünmüş olmalı.

 

Alaylı olup da bu kadar çok okumak, ötesine geçip yazmak kuşkusuz takdir edilesi bir özellik… Okuma oranlarının çok düşük olduğu ülkemizde örnek alınası bir insan… Hassas ve akıllı bir deli.

 

 

 

 

Bu yazı toplam 70 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi