Dilek ALP

Dilek ALP

STALİN’İN TAVUĞU İSE SORUN YOK!

STALİN’İN TAVUĞU İSE SORUN YOK!

Kalite bir erdemdir!
O kendini;
Mekândaki yaşantıda
Düşüncedeki derinlikte
Sevgideki cömertlikte
İfadelerdeki gerçeklikte
İdaredeki düzende
Eylemdeki etkide
Doğru zamanda, doğru harekette gösterir...

Lao Tzu

*

1917’de, Sovyet Devrimi’ni yapan Lenin’in ölümünden sonra iktidarı ele geçiren Sovyetler Birliği diktatörü Stalin, en katı uygulamaları planladığı çalışma odasına, yakın arkadaşlarını toplamış sohbet ederken, bir ara ayağa kalkıp ellerini havaya kaldırarak herkesi susturur ve söze başlar:

"Saçını ihtilalde, halk içinde, devlet yönetiminde, bürokraside ağartmış dostlarım... Söyleyin bakalım, halkın yönetime baş eğmesi, kayıtsız şartsız itaat etmesi, söylediklerinize inanmadığı halde ses çıkarmaması için yöneticiler ne yapmalı?"

Her kafadan bir ses çıkar. Kimisi adaletten, haktan, hukuktan, reklamdan söz eder.

Kimisi demokrasiden, insan haklarından bahseder. Kimisi sertlikten yana tavır alır.

Kimisi sürgünden, sehpadan, hapisten dem vurur.

Kitlesel baskı ve korku yaratmanın deha diktatörü Stalin, adamlarının açıklamalarının hiçbirini beğenmez. Masadaki votka şişesi yarı yarıya boşalmıştır... Bir kadeh daha içki yuvarlayıp soğuk ve ürpertici bir sesle şöyle der:

"Yönetimi ele geçiren, işinin ya da o güçteki bir liderin Tanrı’dan pek farkı yoktur. Halk onu öyle görür. Öyle görmek ister. İnsanlar güce tapar. Yalan söylendiğini bilirler ama hoşlarına gider. Önce bunu bilin... Sonra, insanların karşınızda baş eğip durması için ne yapmanız gerektiğini bırakın da ben, şu beyinsiz kafalarınıza çivi gibi çakayım!"

Hakaret çok ağır olmasına rağmen herkes memnun sırıtır. Stalin’den hakaret işitmek bile onlar için önemli bir iltifat gibidir. Stalin, hizmetkârlardan birini çağırıp emreder:

"Çabuk bana bir tavuk getirin!"

Aceleyle bir tavuk kapıp getirir uşaklar...

Stalin, adamlarının gözleri önünde tavuğun tüylerini canlı canlı yolmaya başlar.

Diktatör, bütün tüyleri yolunup cascavlak kalan tavuğu odanın ortasına salıverir:

"Şimdi izleyin bakalım ne yapacak bu şaşkın tavuk?"

Zavallı tavuk içine düştüğü azaptan kaçıp kurtulayım diye aralık kapıdan dışarı kaçar, soğuktan tir tir titrer, dönüp masaların altına girer, köşeli masa ayakları canını yakar, duvar diplerine koşar, tüysüz kanatları yara bere içinde kalır, şömineye yaklaşır, tüysüz derisi kavrulur...

Sonunda çaresiz, tüylerini yolan Stalin’in bacakları arasına sığınıp saklanır.

O zaman Stalin, cebinden bir avuç yem çıkarıp, yolunmuş tavuğun önüne tane tane atar. Yemlenen tavuk bundan sonra, Stalin nereye yönelse peşinden koşar!

Ağızları bir karış açık kalan dostlarına bakan Stalin, alaycı bir gülüşle şöyle der:

 

"Gördünüz mü? Sizin halk dediğiniz topluluk aynen böyledir. Tüylerini yolduktan sonra azar azar yemle ve onu serbest bırak. Korkut ama sana güvenmesini sağla. Dürüst davranmana gerek yok, aradıkları dürüstlük değil zaten. KORKU ile onları yönetmek o kadar kolay olur ki..."

*

Bu gerçek öyküyü çok severim, ne yapacağıma karar veremediğim zamanlarda, en azından ne yapmayacağımı bana hatırlatan bir öğreti. Korkunun kişilerde, toplumda, ülkede ve hatta dünyada yarattığı travmayı anlamak adına çok sade ve net bir örnek. Gerçekte hayatımızın çoğunu kırgınlıklarımızla geçiriyoruz. İnsanların surat ifadelerini izlemek merak uyandırıyor, ilham veriyor. Onların dünyalarını hayal ediyor, düşüncelerini okumaya çalışıyorum. Mutluluklarını gözlerinden anlamlandırırken, umutsuzluklarını seslerinden işitiyorum. Aslında önyargısız olmayı öğretiyor beynime.

İnsanlar mutsuz, işin ilginç yanı sahip olduğu güçle, oturduğu koltukla, banka hesabının kabarıklığı ile de alakalı değil bu mutsuzluk hali. Kişilerin sadece kendilerinde eksik olan yan tamamlandığında, yüzlerinin güleceğine dair bir takıntıları var. Sürekli o eksikler listesi uzayıp gidiyor aslında. Olduklarını değil olmadıklarını düşünmeyi seviyorlar. Acıdan, karmaşadan, mutsuzluktan beslenmek diyelim biz buna. Güvende hissettiğin tek sığınak, o seni mutsuz eden korkuların belli ki…

Yalnızlıktan korkar, istemediğin kişiyle evlenirsin,
Üzmekten korkar, olmadık duygularla bezenirsin,
Konuşmaktan korkar, eksik anlaşılırsın,
Yokluktan korkar, var olanı kaybedersin,
Güçsüz görünmekten korkar, komik duruma düşersin,
Sevmekten korkar, keşke ile yaşarsın,
Sevilmemekten korkar, sahte insanların yoluna girersin,
Kaybetmekten korkar, kaybedersin…

Neden bağırarak iletişim kurmaya çalıştığını düşündün mü? Neden sesini yükseltmenin, küstahlaşmanın, köpürerek konuşmanın en etkili iletişim olduğunu sanır, bunun baskın GÜÇ olduğunu düşünürler?
Cevap net, KORKULARI… Onun içindir, gürültü koparandan çok korkulmaması, sessiz atın çiftesinin pek oluşu…

Fark ettim ki
Dinlenmediğimizi hissettiğimiz anda daha sesli konuşuyoruz.
Sesli konuştukça karşımızdaki bizi daha fazla dinlemez oluyor.
Empati kurmuyoruz.
Kibirli davranıyoruz.
Sandığımız tek şey kendimiz,
Tek doğru biziz,
Tek gerçek bizim gerçekliğimiz.
Hoş geldin toplumsal intihar…

“Hata yapıp başarısız olacağım korkusu, hayallerimi öldürecek diye aklım çıkıyor” cümlesini okumuştum. Korku, tüm potansiyelimize ulaşmamızı engelleyen, bizi bulunduğumuz yere mıhlayan, fırsatları kaçırtan en güçlü duygu. Korkunun durmamıza, susmamıza neden oluşu aslında hayatımızda belirsizliklere zemin hazırlıyor. Kişisel olarak, korkularımın beni ileriye taşıyan, gittiğim yol hakkında, detaylı düşünme fırsatı verdiğini keşfettim. Engel değil, tam tersine yolumu netleştirmek için bir araç olduğunu gördüm. Korkmaktan korkmadığımı biliyorum en azından.

Kişilerin başarı hikâyeleri hiç ilgimi çekmiyor nedense, daha çok başarısızlık hikâyeleri ve hangi korkularını yendiklerini öğrenmek çılgınca merakımı zorluyor. Eğitimlerimde de kendi başarısızlıklarımdan çokça bahsetmem bundandır. Başarısızlıklarımın yüzde 90’ı insanlara gösterdiğim doz aşımı güven ve iyi niyet olduğu için bunu teknik bir arıza olarak görmüyor, sükûnetle benim değil onların iyileşmelerini bekliyorum nedense. Ben bu konuda ısrarlı olmaya devam edecek olsam da siz yine de;  

Ne istediğinizi net belirleyin, korkunuzun üstesinden geldiğinizde, kısa bir süre durma zamanı olabilir. Bazen korku, hedefinizi görme yeteneğinizi etkisiz hale getirebilir. Duygu içinde kaybolursunuz ve bakış açınızı gözden kaçırırsınız. Gerçekten ne istediğinizi düşünün.

İstediğiniz şeye ulaşmanızı engelleyen şeyin farkına varın, eleştiriden mi korkuyorsunuz? Kendin olamamaktan mı? Rekabetten mi? Seni ne korkutuyor? Sizi neyin durdurduğunu anlayın, böylece üstesinden gelebilirsiniz. Engeli görmezseniz, üstünden atlayamazsınız. Ondan kurtulmak için o bariyeri kucaklayıp ve kontrolü ele geçirin.

Tedirginliğinizin üstesinden gelin, inanın korktuğunuz şeyin gücü yoktur, güce sahip olan sizin korkunuzdur. Korkunun sizi zayıflatmasına izin vermeyin. Korktuğunuz için utanmayın. Korkunuz, aslında öz gücünüzdür.

Rahatınızı bozun, hedefinize çok küçük bir adım atın, sonra geri çekilin. Rahatsız hissedebilirsiniz. Sonra küçük bir adım daha atın. Kendinizi konfor alanınızın dışına yavaş yavaş itin. Rahatsız hissetmiyorsanız, kendinizi ortaya koymuyorsunuz demektir. Rahat kalırsanız, yerinizde kalırsınız. Kendinizi rahat hissediyorsanız, işte korkmanız gereken zaman budur. Hiçbir adım atmadığınızın işaretidir.

Risk konusunu düşünün, risk aldığınız eylemler değil, yapmamayı seçtiğiniz eylemlerdir. Asıl risk, çok rahat hissetmektir. Hedeflerinize ulaşmak için, korkuyu yolunuzu netleştirmenize yardımcı olacak anahtar olarak görün. Hedefinizi belirleyin, sizi ona ulaşmaktan alıkoyan şeyin ne olduğunu anlayın, rahatsızlığı hissedin ve ona alışmaya başlayın.

Sizi korkutan insanlara boyun eğmeyin, düşünceleriniz ve hayata bakışınız düzene karşı diye susmayın, doğrulardan uzaklaşmayın, yanlış olduğunu göre göre kabul etmeyin, verdiğiniz tavizler ödediğiniz bedele değsin, standartlarınızı düşürmeyin. Herkesin bir satın alınma bedeli vardır sözü, size fiyat biçilemeyeceğini hatırlatsın. Bilerek yaratılan korkuların esiri olup saygın duruşunuzdan vazgeçmeyin. Mevkiler, dünyevi varlıklar, güzellik, popülerlik gibi nitelikler zamanla kaybolacaktır. Doğuşumuzdan sahip olduğumuz, bizden alınması mümkün olmayan değerlerimizin, onur, vicdan, sevecenlik, dürüstlük, zarafet ve şefkat olduğunu unutmayın. Sizi siz haline dönüştüren her şey bunların içindedir.

Var olanlara sıkı sıkı sarılacağımız korkusuz günler için, akıbet toprak yok bundan kaçmak…

Bu yazı toplam 12126 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
Dilek ALP Arşivi