Umudu aşılayabilir mi ?

Umudu aşılayabilir mi ?

 

 

Siyasi partilerin 7 Haziran için açıkladıkları seçim bildirgelerini değerlendirmeye, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Bildirgesi ile devam edeceğim.

HDP’nin yüzde 10’luk seçim barajını aşıp aşmaması, seçim sonrası Türkiye için bir kırılma eşiği olacak havası var siyasi atmosferde.Elbette, barajı aşamaması, eşitlik ve adalet duygusunu onarılmaz derecede yaralayacak ve sisteme olan umudun iyice azalmasına yol açacak. Ancak, barajı aşması da, tek başına AKP politikalarını geriletmesi ya da egemen ideolojinin Türkiye tasarımlarını değiştirmesi için yeterli bir sonuç sayılamaz.

Şimdi, o bildirgeye göz atmaya başlayalım…

Giriş bölümünde, ‘’Devletin ve sermayenin mutlak iktidarı yaşamlarımızı alt üst ediyor, toplumu ve doğayı nesneleştiriyor. Varlığımızı, kimliğimizi, arzularımızı, ihtiyaçlarımızı tanımıyor, hesaba katmıyor, görmezden geliyor veya bastırıyor’’ deniliyor.

Bu ifadeler, bir faşizm tarifidir ve doğallıkla söylemek gerekirse, faşizmin egemen olduğu toplumlarda, eşitlik ve adalet duygusuyla hareket edenlere hükümet kurma ya da uygulanan neoliberal politikaları geriletme inisiyatifi bırakılamaz.

Devam ediyorum giriş bölümüne…

‘’Siyasi iktidarın mutlak üstünlüğünü güvenlik çemberleriyle sarmalarken, doğayı, insanı ve toplumu güvencesiz kılıyor. Piyasayı ve siyasi iktidarı dokunulmazlık zırhına büründürürken, yaşam alanlarımızın tümü üzerinde engelsiz bir denetim kurmak istiyor. HDP ise radikal demokrasi mücadelesi veriyor. Bu demokrasi anlayışı, halkın kendi hayatı üzerinde örgütlü bir güç olarak gerçek iktidar haline gelebilmesini hedefliyor. Toplumun güçlenmesini eşitlik, özgürlük ve eşit yurttaşlığın temeli olarak görüyor. Toplumu, üretim ve çalışma koşulları üzerinde söz ve karar sahibi yapmayı amaçlıyor.’’

İktidarı, egemen sermaye düzenini korumak için faşizan tercihler yaptığı tespitinin karşısına, yine düzen sınırları içerisinde verilecek bir ‘’radikal demokrasi’’ mücadelesi konuluyor.

Bunu, mevcut düzen sınırları içerisinde gerçekleştirme şansının yok denecek kadar olduğunu bile bile söylemenin siyaseten karşılığı yoktur. Bu değişim, başka güçlerin devreye girmesini gerektiren bir durumdur.
’’Toplumun ve insanın, sermayenin ve siyasi iktidarın mutlak tahakkümü altında ezilmesine karşı direnç üretemeyenler demokrasiye erişemez. Toplumun her bir öğesinin varlık ve yaşam koşullarının toplumun tümü tarafından güvence altına alındığı bir yeni yaşamı inşa etmek için gerçek demokrasiye ihtiyacımız var.’’

Direnç üretenler ve kesintisiz mücadele edenler, kendi düzenlerini kurmanın peşinden koşar. Bu da, bir sınıfsal tercihtir. Burada tarif edilen ve ‘’ihtiyacımız var’’ denilen gerçek demokrasi, hangi düzeninin sınırları içinde olabilir ki?

Devamındaki ifadelere bakalım…

‘’Toplumun güçlendirilmesi, o toplumun ezilen, yok sayılan, görmezden gelinen kesimlerinin güçlendirilmesidir. İşçilerin ve emekçilerin işyerlerinde iş cinayetlerine karşı iş güvenliğini sağlama hakkıdır. Bütün halkların kendi anadilleriyle, kendi kimliklerini ve kültürlerini demokratik özerklik anlayışı çerçevesinde gerçekleştirme hakkıdır. Kadınların erkek egemenliğine ve şiddetine karşı mücadelede desteklerinin çoğaltılmasıdır. Gençlerin bugün ve gelecek korkusundan kurtulmasıdır. İşsizliğin, yoksulluğun sürdürülebilir değil sona erdirilir olmasıdır. Kimliklerimizin birbirimize tehdit olmadığının anlaşılmasıdır. Devletin işinin bizlere kimlik dayatmak olmadığının kavranmasıdır. Doğanın bir hammadde değil yaşamın kendisi olduğunun ortak kabulüdür. İşçinin grev hakkıdır, kadının görünmeyen emeğinin görünür kılınmasıdır. 
Alevi'nin cemevidir, parasız eğitim ve sağlıktır; nitelikli, kamusal, laik, bilimsel, anadilinde eğitimdir. İnsan onurunu zedelemeyen koşullarda yapılan ulaşımdır, barınma hakkıdır.’’

Bu söylemlerin tamamı, sosyalist toplumun parametreleridir. Dolayısıyla, bir düzen değişikliği yaşanmadan kapitalist düzen içerisinde gerçekleşmesi olanaksızdır. Dolayısıyla, seçim bildirgesinde bu biçimde tarif ediliyor olmasının da, günün reel siyaseti açısından bir karşılığı yoktur.

Devamında;

‘’Toplumun temelinin güçlendirilmesi ancak güven ekonomisinin inşası ile mümkündür. Bireyin kendisini toplumun güvencesi altında hissetmesinin sağlanması güven ekonomisinin esasıdır’’ deniliyor.

Türkiye halklarını "Yeni Yaşam"ı birlikte inşa etme yolunda yan yana yürümeye çağırmak, sosyalizm içerikli bir programın mücadelesini örgütlemekten geçer. Adının önemi olmayan safları örgütlemek, on yıllardır ‘’biz başka alem isteriz’’ diyenlerin direnciyle gündemde tutulmuştur.

Seçim dönemi, temeli olmayan bir ‘’yeni yaşam’’ projeksiyonu, Anadolu topraklarında bu yüzden karşılık bulamamaktadır. Ya da sınırlı oranda karşılık görmektedir.

 

(Sürecek)

 

 

Bu yazı toplam 63 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi