Manzara budur !

Manzara budur !

 

 

Türkiye’nin, Kurtuluş Savaşı'nın başarıyla sonuçlandığı Büyük Taarruz'un 94. yıl dönümünü nasıl kutladığını, İleri Haber Portalı’ndaki bir değerlendirmeye sadık kalarak özetlemeye çalışacağım.

O büyük zaferin yıldönümünü önceki gün resmi törenlerle kutlayan ülkemde, komünist şair Nâzım Hikmet’in, Kuvayi Milliye Destanı'ndaki Kurtuluş'a giden yolda geçilen "ateş ve ihanet" günlerinin lirik anlatımı düşüverdi aklıma. 

Çünkü,

Ateş ve ihanet günlerinde verilen savaş yalnızca askeri bir anlam taşımıyordu; siyasi bir yönü vardı. Birinci Büyük Savaş'ın başında can çekişen Osmanlı, Kurtuluş Savaşı'nın başarıya ulaşmasının ardından yerini Cumhuriyet'e bırakıyordu. Cumhuriyet, Osmanlıcılığın, şer-i düzenin, saltanatın terk edilmesi, modern Türkiye'ye geçişi ifade ediyordu.

Ateş ve ihanet yalnız cepheye özgü değildi. Bu kavramlar, saltanatın sürmesi için emperyalistlerle işbirliği yapanları, Türkiye'yi emperyal planların parçası haline getirenleri, gerici kalkışma içinde olanları da anlatıyordu. 

Şimdi ise, o Büyük Zafer'in 94. yıl dönümünde ateş ve ihanetin güncel örnekleri denilince akla hemencecik neler geliyor birlikte anımsayalım…

Gelin Büyük Zafer'in 94. yıl dönümünde ateş ve ihanetin güncel örneklerine bir bakalım:

Öncelikle Saray mutabakatı…

Kurtuluş Savaşı'nın ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Saray ve Saltanat sevdasına son verip Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin merkezinde durduğu bir demokratik düzen inşa etme hedefine sahipti.  Savaş dönemi Saray'ın ihanetini de göstermişti. Zaten Büyük Taarruz'dan iki ay sonra Saltanat kaldırıldı. 

Türkiye Saltanat'ın kaldırılmasının 92. yıl dönümünde yeniden Saray'la ve tek adam diktasını inşa etmeyi amaçlayan Saltanatçı Saray Rejimi'yle tanıştı. 

2016 yılı ise, Saray'ın neredeyse tüm partiler tarafından tanındığı yıl olarak tarihe geçti. Cumhuriyet'in kurucu partisi CHP'nin lideri başta olmak üzere bütün düzen güçleri, kendisine "ulusalcı" diyen kesimler, MHP büyük sermaye Türkiye'nin Osmanlı'ya döndürülmesi emellerini simgeleyen Saray'a giderek ve Saray'daki zatın siyasi manevralarına yol vererek Kurtuluş Savaşı'nın en büyük kazanımı olan Cumhuriyet'in ve parlamenter demokrasinin altını oymakta birleştiler. 

Cemaatler ülkesi ve şeriat özlemi…

Çok uzun yıllardır, devletin içerisine sızan şeriat özlemiyle yanıp tutuşan cemaatler olduğu vurgusu yapılıyordu.

Ama, 15 Temmuz gecesi yaşanan kanlı darbe girişimi dolayısıyla görüldü ki, cemaat devletin içine değil adeta devlet cemaatin içine sızmış.

Düşünün, gelenek ve görenekleriyle 100. Yıla yaklaşan Türkiye Cumhuriyeti devleti içerisinde yuvalanmış cemaatlerden biri ve en güçlüsü olan Fethullahçılar, kendilerine bağlı bir grup askerle darbe girişiminde bulunmuş ve bunun sonucu 200'den fazla kişi hayatını kaybetmiştir. 

Darbe girişiminin ardından AKP ve yandaşları "kandırıldık" diyerek meselenin özündeki kendi hata paylarını azaltan ve toplumsal psikolojide aklanmayı sağlayan bir değerlendirmeyi yaygınlaştırmanın yollarını aradı.

Oysa AKP, diğer iktidarlar gibi, politik hedefleri uğruna Gülen Cemaati'yle ittifak yapmış ve bu ittifak belli bir noktada, yine her iki tarafın iktidar hırsları sonucunda sona ermişti. 

AKP, Türkiye'nin bir cemaatler ve tarikatler ülkesi olması için her şeyi yaptı, yapmaya da devam ediyor. 

Şeriatçı zihniyet TBMM'nin başında…

Laik bir karaktere sahip olma iddiasındaki cumhuriyetin en önemli kurumlarından birinin başında, yani TBMM’nin başında Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun kaldırılmasını, kadınlara verilen hakların ve Medeni Kanun'un yeniden düzenlenmesini isteyen, laikliğin kaldırılması gerektiğini söyleyen bir zat bulunuyor.

Halin bu kadar vahim olduğu ülkemizde, 2016'da, milli eğitim sistemini tarikat ve cemaatlere teslim eden Maarif Vakfı'nın kurulmasına, tüm okulların imam hatipleştirilmesine, gerici vakıf ve derneklerin yürüttüğü eğitim-öğretim kurumlarında çocuklarımıza tecavüz edilmesine de tanık olduk.

Manzara budur…

 

(Sürecek)

 

 

 

Bu yazı toplam 106 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi