Babam 95 yaşında. Hayatta kalmış sayılı Kore Gazilerinden biri. Annemle aralarında 10 yaş fark var. Son yıllarda onların gözlerinde, bu ülkenin yaşlı bakımına dair bütün acıtan gerçekleri görebilme şansım oldu. Yorgun, ama onurlu bakışlarında biriken sabır, sistemin eksiklerini bir bir anlatıyor.Bir ülkenin başkentinde özel ve devlet hastaneleri “yerimiz yok, buraya uygun bir hasta değil” diye geri çevirdiğinde, insan çaresizliği iliklerinde hissediyor. Çünkü Türkiye’de yaşlı olmak, çoğu zaman görünmez olmakla eşdeğer. Bu ülkeye ömrünü adamış bir Türk subayı dahi olsan… Belli bir yaşın üzerini geçtiysen yaşam şansın yok sayılıyor, yeteri kadar yaşamış olarak kabul ediliyorsun.
Yaşlı nüfus her yıl artıyor, ama bakım sistemleri aynı hızla gelişemiyor. Geriatri servisleri yeterli değil; birçok hastane ağır kronik hastaları kabul edemiyor. Devletin sağladığı evde bakım hizmetleri umut verici olsa da, talep o kadar yüksek ki yetişilemiyor. Uzman ekip çok yetersiz, finansman eksik, koordinasyon zayıf. Ve yük, çoğunlukla ailelerin omuzlarına bırakılıyor.
Yapılan araştırmaların hepsi, yaşlı bakımını üstlenen aile bireylerinin hem fiziksel hem ruhsal olarak tükendiğini söylüyor. Yalnızlık, uykusuzluk, suçluluk duygusu, ekonomik zorluklar… Bakım verenin hayatı da bir tür görünmeyen hastalığa dönüşüyor. Toplum, bu fedakârlığı sessizce izliyor.
Sağlık sisteminin bir başka kırılgan noktası ise muazzam bir bilgi eksikliği. Hastanelerde görev yapan çalışanların büyük kısmı yaşlı bakımı konusunda yeterli eğitime sahip değil. Geriatri hâlâ “ek alan” sayılıyor. Oysa bu ülke, hızla yaşlanan nüfusuyla birlikte, artık yaşlı bakımını bir lüks değil, bir zorunluluk olarak görmek zorunda. Onların ve çaresiz ailelerin çığlıklarına kulaklarını tıkamadan. Empati duygusuna sahip…
Yaşlılık bir dönem değil, bir onur sınavı aslında. İnsan ömrünün en kırılgan ama en hak edilmiş evresi. Ve biz bu dönemi, ne yazık ki, sabırla değil sabırsızlıkla; anlayışla değil bürokrasiyle karşılıyoruz. Her “kabul edemeyiz” cümlesi, bir insanın yaşam hakkını küçültüyor. Geçen gece acilden, tahlilleri temiz fakat genel sağlık durumu çökmüş 95 yaşında bir hastayı sabaha karşı 1:45 de “hastanızın tahlillerinde bir sıkıntı yok, çıkartabilirsiniz” cümleleri ile karga tulumba 15 dakikada eve gönderebilen bir zihniyet için nasıl bir etik anlayış söz konusudur anlamak mümkün değil. Bana göre karşısında ki bir asırlık dev çınara büyük bir saygısızlık.
Oysa yaşlı bir ruh, bir ülkenin geçmişidir ve geleceğidir. Onları korumak, insan onuruna gösterdiğimiz saygının aynasıdır. Bütün mesele, yaşlılığı bir yük değil, bir miras olarak görebilmekte.
Türkiye’nin yaşlı bakım politikaları, yalnızca raporlarla, tahlillerle değil, vicdanla da ölçülmeli. Çünkü kimse, ömrünün son durağında hiçbir yerden reddedilmek istemez. Ailelerde bu çaresiz duyguyu. El üstünde taşınıp, aldığı her nefesin altın değerinde olduğunu idrak ederek davranılacağı yerde. Hele bu kişi ve ailesi ömrünün tamamını ülkesine adamış kişilerse daha da dokunuyor galiba. Ve hiçbir evlat, babasının gözlerine bakıp elini tutarken “ben şimdi ne yapacağım?” diye sormak zorunda kalmamalı bu kadim topraklarda…