Türkiye Komünist Partisi (TKP) Genel Sekreteri Kemal Okuyan’ın son kitabı "Devrim" raflardaki yerini bir süre önce almıştı.
Kitabı bende aldım ve okudum.
Bu kitap yalnızca sol siyasetin takipçileri için değil, ülkenin gidişatını dert eden yediden yetmişe herkes için kayda değer bir çağrı niteliği taşıyor.
Okuyan, bir siyasi parti lideri olmanın ötesinde, Marksist teoriyi güncel ve tarihsel olaylarla yoğuran bir yazar kimliğiyle de tanınıyor. "Devrim"de yaptığı şey ise, devrim kavramını o efsanevi, romantik sis perdesinin ardından çıkarıp, ayakları yere basan, rasyonel bir toplumsal gereklilik olarak ele almak. Kitabın tanıtım bültenlerinde yer alan şu ifadeler, yazarın yaklaşımının özeti: "Eskiyen, çürüyen, sorun üreten, gelişmenin önünü tıkayan bir toplumsal düzenin yıkılması için uygulanan tarihsel kuvvettir devrim."
Hâlihazırda Türkiye’de ve dünyada, ekonomik krizler, toplumsal adaletsizlikler ve siyasi tıkanıklıklar konuşulurken, çoğu zaman çözüm arayışı, mevcut sistemin sınırları içinde kalmaya mahkûm ediliyor. İşte Okuyan, bu noktada keskin bir uyarıda bulunuyor: "Adaleti sağlayan, barışı tesis eden, krizlerden arınmış bir kapitalizmi... arzulayabilirsiniz. Dileğinizi zihninizde çevirip duruyorsanız bu yalnızca kendinizi kandırmak olur." Bu satırlar, reformlarla yetinme eğiliminde olan veya "iyi kapitalizm" hayali kuran kesimlere yöneltilmiş net bir eleştiri. Devrimci umudu, romantik bir fantezi olmaktan çıkarıp, güncel krizlerin mantıksal sonucu olarak sunuyor.
"Devrim", ezilenler için bir şölen olarak görülen yıkıcı enerjinin, aslında "rasyonel" bir yapma ve kurma iddiasının ürünü olduğunu vurguluyor. Yani yıkım, kendi başına bir amaç değil, yerine daha iyisini, daha adilini, daha ilerisini kurmanın zorunlu ilk adımı.
Kimileri "Devrim"i, bir siyasi liderin kendi partisinin eylem planını meşrulaştırma çabası olarak görebilir. Ancak kitap, bu dar yorumun ötesine geçerek, devrimci siyasetin temel prensiplerini yeniden hatırlatıyor: Sınıf mücadelesi gerçeğini görmezden gelmemek, sömürücü sınıflardan medet ummamak ve devrim sürecini bir ‘görev’ olarak değil, tarihsel bir zorunluluk ve olanak olarak ele almak.
Kitabın bıraktığı temel soru şu: Toplumsal çürümenin ve tıkanıklığın bu denli belirginleştiği bir dönemde, "devrim" kelimesinden korkmaya devam mı edeceğiz, yoksa bu rasyonel zorunluluğu tartışmaya başlayıp, nasıl gerçekleşeceğini mi konuşacağız? Kemal Okuyan, tartışmanın ikinci şıkta başlaması gerektiğini net bir dille ifade ediyor.
Okuyalım, okutalım.