Siyasetin ne olduğunu düşündüğümüzde aklımıza ilk olarak ne gelir? Topluma hizmet, ortak fayda için çalışma, ülkenin geleceğini şekillendirme… Ancak ne yazık ki, son zamanlarda bu ideal tanımlar yerini bambaşka bir tabloya bırakmış gibi görünüyor. Siyasette kurallar, değerler ve gerçeklik ortadan kalktığında, aslında en temel olan inandırıcılık da kayboluyor. Ülkemizde uzunca bir süredir gözlemlediğimiz üzere, siyaset sahnesi her yöne selam çakan, rüzgar nereden eserse oraya yönelen politikacılarla dolu.
Sabah kendini solcu olarak tanımlayan bir siyasetçi, öğlen ülkücü-dindar, akşama ise muhafazakar-liberal olabiliyor. Bu "dön baba, dönelim" misali siyasetteki savrulma, Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı örneğinde olduğu gibi, artık kimseyi şaşırtmıyor. Siyaset erbabı, işini 'profesyonelce' yaparak, şahsi ikbal ve çıkar için tüm değerleri ayaklar altına alabiliyor. Bu durumun en temel nedeni, bu kişilerin kökten bağlı olduğu bir ideolojik altyapılarının olmaması. Oysa gelişmiş demokrasilerde saflar ve görüşler nettir. Siyasetin varlık nedeni, küçük bir azınlığın değil, toplumun tüm katmanlarının çıkarını gözetmektir. Siyaset, maddi olarak yükselme, kandırma veya koltuk kapma yeri değildir; "benden sonra tufan" hiç değildir.
Bir ülkenin demokrasi anlayışının hangi ölçütlerde olduğu, o ülkedeki siyasetçinin kalitesi ve karakteriyle doğrudan ilişkilidir. Eğer demokrasi sözde ve teoride kalmışsa, siyasetçisi de, yasaları da, hak, hukuk ve adalet de aynı şekilde kağıt üzerinde kalır. Avrupa, Rönesans'tan bu yana faşizmin zulmü altında ağır bedeller ödeyerek demokrasi tarihini yazmıştır. Almanya, İtalya, İspanya gibi ülkelerde faşizm yıllarca süren acılara yol açtıktan sonra demokrasi sağlam temeller üzerine yeniden inşa edilmiştir. Bugün bu ülkelerde insan hakları, hak, hukuk, adalet, düşünce özgürlüğü ve farklı inançlara saygı gibi konular demokrasinin temel varlık nedenidir.
Ne yazık ki, bizim ülkemizde demokrasi, eski alışkanlıkların, teokrasinin ve otokrasinin etkisi altında zaman zaman sekteye uğramıştır. İktidar kimde ise onun vesayeti altına girme eğilimi, siyasetin değerlerden uzaklaşmasına zemin hazırlamıştır. Siyasetteki bu erozyon, sadece siyasetçilerin değil, aynı zamanda toplumun da bir yansımasıdır. Eğer toplum olarak değerlere olan bağlılığımızı kaybedersek, siyasetin de bu değerlerden uzaklaşması kaçınılmaz hale gelir.
Siyasetin yeniden güvenilir bir liman olabilmesi için, temel değerlerimize geri dönmemiz gerekiyor. Şahsi çıkarlar yerine ortak faydayı, kandırma yerine dürüstlüğü, koltuk sevdasını bırakıp hizmet aşkını öne çıkarmalıyız. Ancak bu şekilde, siyasetin kaybettiği zemini yeniden kazanabilir ve gerçek bir demokrasi inşa edebiliriz. Aksi takdirde, siyasetin inandırıcılığı tamamen kaybolacak ve bunun bedelini tüm toplum olarak ödeyeceğiz.