Siyaset-siyasetsizlik etkileşimi

 

 

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Ankara’daki son bombalı saldırının ardından yaptığı açıklama ve değerlendirmelerde, sert ve ağır bir üslup kullanıyor. Ama, siyaset ve siyasetsizlik arasındaki o ince çizgiden habersiz…

‘’Türkiye, adım adım bir dikta yönetimine gidiyor’’ O’nun ifadesi.

"Adalet ve Kalkınma Partisi, iktidardan gitmemek için siyasi cinayetler dahil her şeyi yapabilecek pozisyonda şu anda. Çünkü gitmenin kendisi açısından maliyetini çok iyi biliyor’’ da O’nun sözü...

Kılıçdaroğlu, bu sözleri, onlarca gazeteciye söylüyor…

Ama,sadece söylüyor ve siyaset-siyasetsizlik etkileşiminin nelere malolduğuna ilişkin bir öngörüsü yok.

‘’Davutoğlu ile Erdoğan arasında ciddi bir boşluk olduğunu görüyor, hissediyorum’’ diyen Kılıçdaroğlu, Erdoğan kimseyi dinlemediği, kural tanımadığı, bu yüzden de ‘Narsist’ olarak adlandırılabileceğini öne çıkarıyor.

2015 yılı öncesi siyaseten nezaket sınırları aşmamaya özen gösteren CHP Genel Başkanı, 2015 ve sonrasında kullandığı dille AKP’den düzen adına umudunu kesmiş bir siyasetçi profili çiziyor.

Bu ne kadar doğru, ne kadar yanlış, ileride göreceğiz.

En azından, şimdilik sert bir muhalefet tarzını benimsediğini gösterme gayreti içinde olan Kılıçdaroğlu, muhalefetin, yaşananlara seyirci kalıp sonrasında beylik laflar etmek anlamına gelmediğinden galiba haberdar değil.

Elindeki siyaset yapma, ötesinde muhalefet yapma argümanlarını kullanma becerisi yerine sadece söz söylemekle yetinen siyasetçilerin, iktidar gücünü yakalama olasılığı ne yazık ki bulunmuyor.

Siyaset bir risk işidir ve bu riski düzen siyaseti içinde alma cesareti gösteren AKP ve HDP var, diğerleri riski sevmiyor. O yüzden de, dönemsel gelişmelere etki süreci ve yeni dönemde dönen dolapların açığa çıkarılması süreci açısından oyunun dışında kalıyorlar.

"Türkiye'nin gidişinden kaygılıyım’’ diyen,

‘’Türkiye'nin üçüncü sınıf kadrolarla yönetildiğini, devletin liyakat sisteminin tamamen tasfiye edildiğini’’ söyleyen Kılıçdaroğlu’nun, ‘’devlet yönetiminde gücün kimin elinde olduğu konusunda ciddi kaygılarım var’’ sözü de yabana atılır cinsten değil.

Ama, dedim ya, sadece söz söyleniyor, eylem ve yaptırım gücünü kullanmak yok, çünkü topluma böyle şirin görünüp ikna edici olacaklarını düşünüyorlar.

"Bizim sine-i millete dönmemiz için AKP'nin evet demesi lazım. Milletvekillerinin istifasının kabul edilmesi için parlamentonun karar alması lazım. Parlamento bu kararı almadığı sürece bizim dönme şansımız yok zaten………………………..’’

Bu ifadenin sahibi olan Kılıçdaroğlu, topu taca atıyor…

‘’CHP olarak biz hiçbir şey yapmasak, belli yasaların çıkmasını engelleyebiliyoruz’’ cümlesinin içine sıkışan bir siyaset tarzını benimseyenlerin, iktidar perspektifi yoktur.

Halk, siyaset okulu mezunu olmasa bile iktidar perspektifi eksikliğini görüyor olacak ki, CHP’nin iktidar çırpınışlarına prim vermiyor.

Kılıçdaroğlu, ‘’Sine-i millete dönmek demokrasi kültürünün geliştiği bir toplumda çok etkili olur. İktidarda olanlar bile demokrasiye inanmıyorlarsa, bizim dönmemiz onlara ancak belli avantajlar sağlamış olur’’ sözüyle de, iktidara ders verecek bir süreci başlatmaktan yana olmadığını pekiştiriyor.

‘’Sağduyulu daha dikkatli, toplumun her kesimini kucaklayan, bir platform yaratmak zorundayız. Bu ülkenin aydını, sanatçısı, yazarı çizeri ortak payda oluşturup özel bir çaba harcayabiliriz" çağrısının yeterli olacağını düşünmesi bile siyaset-siyasetsizlik etkileşiminin altında ezildiğini gösteriyor.

Bu kafayla, gidişattan rahatsız olan bütün toplum kesimlerini bir araya getirmek bir yana, kendi parti üyelerini bile aynı hedef için kararlı ve sürekli mücadeleye ikna edebileceğini hiç sanmıyorum.

‘’Propaganda konusunda beceriksiziz’’ sözlerine ise bütünüyle katılıyorum.