Sınıfsal farklılıklar ve beklentiler

BARBAROS TANTAN

Ülke gündemini İstanbul seçimleri üzerinden gerginleştirilmiş siyasi ortama kilitleyenler, asıl gerçekleri gizleme, halkın gözünden kaçırma ve çözümlerin peşine düşülmesini engellemeye yönelik perdeleme peşindeler.
O yüzden, yoksullar ve zenginler arasındaki sınıfsal mücadele, en küçük gerginlikte yeniden baş gösteriyor ve kendisini anımsatıyor. Bu analizin ülkemizdeki görüntüsü, uzunca bir süredir sermaye sınıfın, işçi sınıfı, emekçiler ve yoksullar üzerinde psikolojik, sosyolojik, kültürel ve ekonomik üstünlük sağlamasına neden oldu.
Sermaye sınıfı ne dediyse, ülkenin dümenini teslim ettikleri siyasi eller hep onu yaptı. Emekçilerin ve yoksulların talepleri ise hep karşılanıyor(muş) gibi yapıldı. Gelinen noktada ise ne yoksulluk ve de ne işsizlik azaldı.
Sınıfsal beklentileri daha fazla kar, entegre bir sömürü düzeni ve buna uygun hukuk sistemi olan sermaye sınıfı, tek adamlı yönetime bile isim farklılıkları algısı yaratarak razı oldu. Böylece, 24 Ocak 1980’de uygulamaya konulan piyasacı-liberal ekonomik sistemi 12 Eylül faşist darbesiyle koruma ve geliştirme stratejisini benimseyen sermaye aradan geçen 39 yıla rağmen istediği noktaya henüz varamamış olacak ki, bu kez seçeneği demokrasi sosu verilmiş bir perdelemeyle tek adam üzerinden sürdürmeyi tercih ediyor.
Bu durum, sermaye sınıfı açısından önemli farklılıklar yarattı, yaratmaya da devam ediyor…
Peki, işçi sınıfı ve emekçiler açısından durum nedir ?
Bu sorunun yanıtı ne yazık ki kazanım olamıyor. Aksine, kazanılmış hakların daha fazla yitirildiği bir süreç yaşandı ve yaşanıyor.
Sınıfsal dağınıklık, örgütsüzlük, bunun getirdiği siyasi ve ekonomik hedefsizlik, bir de sosyo-kültürel yaşamda sıkıştırılmışlık biraraya gelince, işçi sınıfı, emekçiler ve yoksullar adım atacak hali bulamadı.
Gelir dağılımındaki adaletsizliğin artmasına engel olunamadı.
Asgari ücretin insanca yaşayabilecek seviyeye çekilmesi konusunda başarılı olunamadı.
Demokratikleşme konusunda istenilen ivmenin yakalanması söz konusu bile olmadı.
İş cinayetlerinin engellenmesi konusunda atılan adımlar istenilen düzeye erişemedi ve bu cinayetlerin artması engellenemedi.
Gençliğin iş, aş ve diğer demokratik talepleri konusunda atılan adımlar hep polisiye tedbirlerle bertaraf edilmeye çalışıldığı için toplum çağdaşlaşma alanında ivme kazanamadı.
Hak-hukuk ve adalet arayışlarında örgütlü mücadele bir tık öteye taşınamadığı ve bu konuda örgütlü yapılar dirençli olamadığı için hukuk alanında bir kara düzen oluşmasının önüne geçilemedi. 
Yerelliklerde yönetim erkini elinde tutanları doğayı, yaşamı ve kaynakları talan etmesinin önüne geçilemedi ve bunun sonucunda yaşanan sözde doğal afetler bir türlü durmadı.
Özcesi, bir tarafta gününü gün eden sermaye sınıfı ile ülkedeki tüm yoksulluğu bastıracak gücü elinde tutan saray erkanı, diğer yanda ise evine giren ekmek sayısı her gün azalan, açlık ve yoksullukla yüz yüze kalan milyonlar oluştu.
Bu kadar keskinleşen sınıfsal farklılıklar sonucu, toplumsal beklentilerde de elbette ki ortaklaşma olmadı, olamadı, olamaz da.
Gelecek kaygısını, o gün karnını doyurmakta zorlananlara anlatamazsınız. Onların, o gün doymasına olanak sağlayan kim olursa, kitlesel olarak onun arkasında kitle konsolidasyonu sağlanır.
İşte, AKP’nin 17 yıldır ülkem insanına dayattığı tablo sonucu uyguladığı sosyolojik, psikolojik, ekonomik ve siyasal modelin özeti bu.
Bu şablonu entegre biçimde hayata geçiren AKP iktidarları, yol arkadaşlığı yaptığı birçok insanı, grubu ve cemaati feda etmekten de çekinmedi. Hal böyleyken, işçileri, emekçileri ve yoksulları feda etmekten niye çekinsin ki ?
Çekinmediğini, siyasal atmosferin iyice gerginleştirildiği günlerde yaşatılan katliamlarla açıkça gördük. Bundan sonra görmeye devam etmeyeceğimizin garantisi de yok.
Sınıfsal farklılıkların yarattığı gergin atmosfere rağmen beklentileri normal bir dönem yaşıyormuşuz gibi demokrasiden yana olmak biçiminde özetlemek, en azından siyasal literatürü okuma tembelliğine kapılmış olmak anlamına gelir.
Yapılaması gereken o kadar çok iş varken, dayatılan bu atmosferde nefes almayı kabul edenler kaybolup gidecektir. Tarih, her şeye rağmen direnenlerin, ‘her şey çok güzel olacak’ umudunu yitirmeden mücadele edip kazanım yollarını açan örgütlü yapıların olacaktır.
Bunun için de, herkes sınıfsal kimliğinin yarattığı farklılıkları ve beklentilerini gözeten duruş sergileyip adım atmalıdır.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.