‘ŞEYTAN MARKA GİYER’

 

Ulusal gazetelerde yazılarını takip ettiğim köşe yazarları vardır. Siyasi fikirleri, hayat felsefeleri ne olursa olsun bana bir şeyler öğrettiğine inandığım herkesi okurum ve dinlerim. Mesela; Murat Menteş’i çok beğenirdim. Bugün ne öğreneceğim acaba diyerek merakla Yeni Şakak gazetesini tıklardım.

Geçmiş zaman kipini kullanmamın nedeni, ne yazık ki bazı firikleri, gazetesi ile çatıştığından uzaklaştırıldı. Bildiğim kadarıyla şu an, herhangi bir gazetede yazmıyor.

Takip etmeye çalıştığım yazarlardan biri de Ertuğrul Özkök’tür. Onu sevmemin nedeni, ele aldığı bazı konularda benim bilmediğim birçok kitap, sinema ve kişilere değinmesidir. Ben burada verilen bilgilere birer ok vazifesi yükler onları takip ederim ve hoşuma giden birçok bilgiye ulaşırım.

Geçenlerde okuduğum bir yazısında ‘Şeytan Marka Giyer’ sinemasına işaret ediyor ve ‘Toksik lider’lerden bahsediyordu. Bu yazısı için faydalandığı PERYÖN(Türkiye İnsan Yönetimi Derneği) Dergisinin adını veriyordu.

 Ertuğrul Özkök’ün yazısını sonuna kadar okudum. PERYÖN Dergisini araştırdım, sonra da ‘Şeytan Marka Giyer’ filmini seyrettim. Ertuğrul Özkök’ ün bir yazısından birçok bilgi dünyasının kapısını araladım.

Ulaştığım bilgiler, günlük yaşamda karşılaştığım, bildiğim ama tanımlamada acze düştüğüm bazı kişilikleri ve davranışlarını açıklığa kavuşturuyor, böylece beni rahatlatıyordu.

Şeytan Marka Giyer filmini seyretmem ise, benim için bir başka önemli kazanımdı.

Moda dünyasının en güçlü kadınına asistan olan Andy, bir süre sonra zekâsı ve çalışkanlığı ile parlak ve ışıltılı dünyanın içinde kendini bulur. Bu dünyanın ışıltısı, herkesi öyle bir içine çeker ki, kişiler birer köle haline geldiklerini anlayamaz. Andy’nin, Miranda’nın( modanın güçlü kadını) ayak işlerine kadar her şeyi yapmasına karşın, insan olarak hiçbir değeri yoktur. Andy de diğer insanlar gibi fark etmeden köle durumuna düşmüştür.

 Narsist bir liderin egosunun daha çok şişmesini sağlayan, ayak işlerini yapan araçtan başkası değildir. Ayrıca bu dünya, yüzeysel ve samimi olmayan bir dünyadır. Kendisine saygısı olanların kabul edemeyeceği bir iş olduğunu fark eden Andy, bu ışıltılı hayatı hiçbir pişmanlık duymadan ve arkasına bakmadan bırakır. Kendini değerli bulduğu, eski samimi hayatına tekrar döner.

Bana göre, filmin çarpıcı yeri sonuydu. Patronu Miranda’ya hiçbir şey söylemeden işini terk eden Andy,  Miranda ile bir süre sonra karşılaşınca, ona uzaktan el hareketiyle selam verir,  Miranda, bu selamı görmesine rağmen egosundan dolayı karşılık bile vermez. Ancak Andy’e göstermese de, anlamlı bir gülümseme belirir yüzünde. Kendi değerini fark edip özgürlüğüne geri dönen Andy’yi, bu anlamlı gülümsemeyle Miranda bile takdir eder.

Şeytan’ın Avukatı filminde de benzer bir tema işleniyordu.

 Zengin ve başarılı olma hırsı, filmin kahramanı avukatı, zengin ve şöhretli yapıyordu, ancak bedelini, sevdiği insanların ve kendi hayatının darmadağın olmasıyla ödüyordu.

Benzer konuları işleyen çok fazla sinema filmi ve kitap var. Gerçekten zenginlik veya şöhret insanları kendisi olmaktan, samimi olmaktan uzaklaştırıyor mu? Bu zenginliğe ve şöhrete sahip olabilmek için ödenen bedeller, kişinin kendine bile yabancılaşması mı?

Oysa para ve güç insanı daha çok özgürleştirmeli ve kendini yaşama şansı sunmalı. Mesela cimri bir insanı daha çok cimri yaptığı gibi yardımsever insanı daha çok yardımsever yapmalı. Korkak birisi kaybedeceği şeylerin fazlalaşmasıyla daha çok korkak, cesur gücü nedeniyle daha cesur olmalı. Egolu insanların egosunu daha fazla şişirirken bilge özlü insanları daha bilge yapmalı.

Neredeyse hiçbir sanat eserinde zenginliği, şöhreti ve dolayısıyla gücü olumlu yöne eviren insan karakterlerine pek rastlamıyoruz.

Böyle örnekler yok mu yoksa var da böyle kişiler sanat eserlerinin dikkatini mi çekmiyor? Merak ediyorum doğrusu…