SESSİZLİĞİNDE SAVAŞAN HÂKİM: ADALET YILMAZ

Dilek ALP

Son yıllarda yaşadığımız onca şeyin yarattığı gerilim, ışık hızıyla artarken, hayatımızın hiçbir noktasında kontrolü ele alamadığımızın farkındayız. Nereye, hangi duygulara tutunacağımızı bilemiyoruz. Tarihimizin koşturması içinde soluk kalmış ya da gereken önem verilmemiş değerli kişilerin trajik hayatlarına denk geldiğimizde çıkış noktalarını bazen yakalayabiliyoruz. Bu saygın kişilere sayısız örnek verebilirim. Hepsinin ortak noktası, özgün ve yaratıcı davranırken, azimli ve ‘insan’ olabilmeleri. Güven uyandırırken, zarafet ve hırslarını dengeleyebilmeleri. Bulundukları konuma yakışmaları. Adını ve hikâyesini ulusal gazetelerde okuduğunuz cumhuriyet döneminin ilk kadın hâkiminden bahsetmek istedim bugün, Hakim Adalet Yılmaz

*
Yaşlı kadın yatağından kalktı. 88 yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle pencereye doğru yöneldi. Penceresinden gözüken Kurtuluş Parkı’na bakarak yaşlı ciğerlerini sabahın ılık esintisi ile doldurdu. Oturma odasına yöneldi. Eski bir fiskos masasının yanındaki koltuğuna ilişti. Masanın üstü çerçeveler ile doluydu. Bir tanesine uzandı, camının üzerinde titreyen parmaklarını dolaştırdı. Çerçevenin içindeki fotoğrafta İstiklal madalyalı kara yağız bir adamla, makyajsız olmasına rağmen güzelliği göz alan bir kadın birbirlerine bakarak gülümsüyorlardı.

Yaşlı kadın ‘Günaydın Anne, Günaydın Baba’ dedi. Usulca yerine koyduğu çerçeveye bir bakış daha attıktan sonra başka bir çerçeveyi eline aldı. Bu siyah beyaz fotoğrafta da subay üniformalı bir adamla bir gelin yan yana duruyorlardı. Yaşlı kadın çerçeveyi titreyen dudaklarla öptü. ‘Günaydın Kocacığım’ dedi. Kadın bu çerçeveyi de bıraktıktan sonra üçüncü ve son çerçeveye uzandı. Artık gözlerinden yaş damlıyordu. Fotoğraftaki biri erkek diğeri kız çocuklara bakıp ‘Günaydın Evlatlarım’ dedi. Tüm çerçevelere kısaca göz atıp ‘Sizleri, hepinizi çok özledim’ dedi.

Gözlerinde biriken yaşları sildi. Ağır ağır doğrulduğu koltuğundan telefonuna doğru yöneldi. Ağır ağır numaraları çevirdi. Karşısına çıkan adama ‘Bir taksi istiyorum’ dedi ve adresi verdi. Kapısını kilitleyip, apartman merdivenlerine yöneldi.

Sabırsızlanan taksi şoförünün çaldığı korna sokağı inletiyordu.
‘Patlama yahu’ dedi.
‘Teyze hoş geldin’ dedi 25 yaşlarındaki şoför.
‘Nereye gidiyoruz?’
Kadın kısa bir sessizliğin sonunda ‘Tüm bir gün beni taşır mısın? Sana 500 lira veririm’ diye sordu.
‘Taksi sahibi benden her gün 500 lira istiyor teyze’ dedi.
Kadın gülümsedi, ‘O zaman sana 650 lira vereceğim ne dersin?
‘Kurtarmaz ama senin güzel hatırını kırmayayım. İlk önce nereye gideceğiz?’
‘Anıtkabir’e’
‘Anıtkabir’e mi?
‘Evet’
‘Tamam, yaş kaç teyzeciğim?’
‘Seksen sekiz’
‘Maşallah Allah uzun ömür versin teyzeciğim’
‘Allah sağlıklı, mutlu ömür versin oğlum’
‘Haklısın teyzeciğim’…

Taksi Anıtkabir’in kapısına gelmişti. Şoför ‘Teyzeciğim geldik’ dedi.
Dalgın görünen kadın ‘Evladım burada yardımına ihtiyacım var’ dedi. Genç, kuşkulu gözlerle ‘Bizi buraya alırlar mı?’ diye sordu.

O ana kadar yorgun görünen kadın, bir anda irkildi. Gözlerinden ateş fışkırarak ‘Ne demek almamak? Sen gelmedin mi buraya?’ dedi.

‘Hayır’
‘Kaç yıldır Ankara’da yaşıyorsun?’
‘Ben Ankaralı’yım teyze. Doğma büyüme, bir kez okulla gelmiştik bayramda.’

Şoför utanmıştı. Mozoleye çıkan mermer merdivenlere kadar konuşmadılar.
‘Nasıl çıkacaksın Teyze?’ diye sordu.
‘Her ay nasıl çıkıyorsam öyle’
‘Her ay geliyor musun?’
‘Evet’

Merdivenleri çıktılar. Mozoleye doğru ağır ağır ilerlediler. Şoför büyük bir azimle yürümeye çalışan kadının koluna girmişti. Nihayet mozolenin önüne geldiler. Kadın şoförün kolundan ani bir hareketle kurtuldu. Çantasını açtı. Tek bir karanfil çıkardı. Mozoleye doğru ilerledi. Çiçeği mozoleye koydu. Şoför şaşkınlıkla olayı seyrederken kadının ağzından şu sözlerin döküldüğünü fark etti.

Hayatım boyunca sana verdiğim sözü tutmak için çalıştım’.
Kadın bir anlık suskunluktan sonra, ‘Hadi gidelim’ dedi.
Geldiklerinden çok daha ağır bir şekilde arabaya döndüler.
Şoför kadının durumundan endişelenmeye başlamıştı.

‘Yoruldun mu Teyze’ dedi.
Bir süre suskunluktan sonra ‘Evet çok yoruldum’ diye cevapladı.
Nereye gidiyoruz?’
‘Bankaya’!

Şoför arabasındaki kadının herhangi biri olmadığını anlamıştı. Bu yaşlı kadının Atatürk’e verdiği söz ne olabilirdi? En sonunda dayanamadı.

‘Teyzeciğim bir şey sorabilir miyim?’
Sor bakalım evladım’
‘Anıtkabir’de Atatürk’e bir söz verdiğinizi söylemiştiniz. O söz nedir?’

Ben lisedeyken bizim okulumuza gelmişti Atatürk. Beni de ona çiçek vermek için seçmişlerdi. Çiçeği verdiğimde bana ismimi sordu. Bende ‘Adalet’ dedim. Bunun üzerine ‘Ne güzel ismin varmış’ dedi. ‘Okulu bitirince ne olacaksın’ dedi bana. Hemşire dedim. Oda ‘Güzel meslek ama bence sen hâkim ol ismine çok yakışır’ dedi. Ben ‘kadından hakim olmaz ki’ dedim. Kaşlarını çattı, ‘Sen istedikten sonra olur. Senden söz istiyorum hakim olacaksın’ dedi .’

‘Sen ne dedin peki?’
‘Mustafa Kemal emretmiş ne denir? Söz verdim.’
‘Peki olabildin mi Adalet Teyze?’
‘Evet ben Cumhuriyetin ilk kadın hâkimlerinden biriyim.’
‘Vay be. Sende ne hikâye varmış Adalet Teyze’

‘Herkesin hikâyesi kendine değerlidir.’ 
‘Haklısın Adalet Teyze. Bu banka mı gelmek istediğin?’
‘Evet’!
‘Yardım edeyim mi?
Hayır. Sen burada bekle lütfen. Bu arada adın neydi evladım?’
‘Osman teyzeciğim’

Adalet hanım bankadan içeri girdi. Osman öğlen saatinin geldiğini
fark edip yemeğe gitti. Yemek boyunca Adalet hanımı düşündü. Sonra onu almaya gitti.

‘Hoş geldin Hâkim Teyze’
‘Çok uzun zamandır bana hakim denmemişti.’
‘Hoşuna gitmediyse söylemeyeyim?’
‘Yok aksine hoşuma gitti.’
‘Nereye gidiyoruz?’
‘Seyranbağları’na’

‘Hâkim Teyze çok yer gezmişsindir sen’
‘Tüm Anadolu’yu karış karış gezdik rahmetli kocamla’
‘Ne iş yapardı amca?’
‘Subaydı, 1952’de Kore savaşında şehit oldu.’
‘Seyranbağları’na geldik ’
‘Sağa sap. İkinci binanın önünde dur.’
‘Buyur Hâkim Teyze. Geleyim mi ben’ ?
‘Yok bekle burada’

Osman beklemeye başladı. Binanın uzaktan görünen levhasına baktı. Seyranbağları Kız Yetiştirme Yurdu’ yazısını okudu. Yarım saat sonra Adalet Hanım göründü. Yanında orta yaşlı kibar bir hanım vardı. Kadın ‘Adalet Hanım size ne kadar teşekkür etsek azdır. Kızlarda sizi çok seviyor. Ne olur arayı çok uzatmayın. Yine gelin’ dedi. Adalet hanım, buğulu gözlerle ‘İnşallah. Kızlara selamımı söyleyin. Bende onları çok seviyorum. Onlara iyi bakın’ dedi.

Araba hareket etti.
‘Nereye Hâkim Teyze?’
‘Hemen iki sokak öteye’

Osman iki sokak ötede bu sefer başka bir binanın önüne park etti.
Bu binada da ‘Ankara Seyranbağları Huzurevi’ yazıyordu.
‘Bekle beni’
‘Tabii Hakim Teyze’

Yine 1 saate yakın bir bekleyişin sonunda bu sefer etrafında bir çok yaşlı kadın ve adamla çıkageldi Adalet Hanım. Sarılıp öpüştükten sonra oradan ayrıldılar. Osman dikiz aynasından Adalet Hanım’ın gözlerinden akan yaşları fark etti.

‘İyi misin Hâkim Teyze’
İyiyim Osman, eski dostları görünce insan bir hoş oluyor’
‘Nereye gidiyoruz?’
‘Cebeci Asri Mezarlığına’
‘Tamam, teyze nerelisin sen?’

Aydın Sökeli’yim. Babam orada pamuk ekerdi. Annem ev hanımıydı. Sonra Kurtuluş Savaşı oldu. Babam savaşa gitti. Söke işgal oldu. Biz dağlara kaçtık annemle. Savaş bitince Söke’ye döndük. Allah’a şükür Babam’da sağ salim döndü savaştan. Liseye Aydın’a gönderdi babam. Orada Atatürk’le karşılaştım. Sözümü tutmak için İstanbul’a gittim. Hukuk fakültesine girdim. Orada rahmetli eşimle karşılaştım. O Harbiye’de okuyordu o zaman. Mezun olunca evlendik.’

‘Çocuğunuz var mı?’
‘Bir kızım bir oğlum vardı.’
‘Neredeler şimdi?’
‘Oğlum dışişlerinde çalışıyordu. 1978′de Fransa’da Ermeniler öldürdüler.’
‘Üzüldüm Hâkim Teyze. Başın sağ olsun. O da babası gibi şehit oldu yani’
‘Evet. Şehit babanın şehit oğlu. Allah kimseye evlat acısı vermesin.’
‘Amin. Ya kızın?’
O ailesi ile İzmit’te yaşıyordu, öğretmendi. 1999 depreminde hepsi vefat ettiler.’
‘Allah rahmet eylesin. Üzdüm seni Hâkim Teyze’
‘Geldik Teyze’
‘Tamam evladım. Paranı ödeyeyim, artık gidebilirsin.’
‘Hakim teyze buradan nasıl döneceksin? Ben seni bekleyeyim eve bırakayım.’
‘Yok beni alacaklar buradan’
‘Hâkim Teyze bu para fazla. Kusura bakma ben sana yalan söyledim.
Taksinin sahibi benden 350 lira bekliyor. Affet beni. 350 ‘yi ona veririm. Ben para istemem. Bugün senden aldığım hayat dersinin pahası ölçülemez.’
‘Çocukların var mı?’
‘İki tane ellerinden öperler.’
‘Adları nedir?’
‘Kemal ve Ayşe’
‘Oğlumun adı da Kemal’di.’
Sessizliğin ardından Osman’ın elindeki parayı ittirdi Adalet Hanım.

‘Onlara bir şeyler al benim için. Onları okut. Ama yalansız, dolansız, çok çalışarak helal lokma ile büyüt ve okut. Atatürk’ün bana yaptığı gibi içlerindeki gücü fark etmelerini sağla. Bir de vatanını, milletini sevmelerini öğütle onlara.’

Osman Adalet Hanım’ın ellerine sarılıp öptü. Ona iyi evlatlar yetiştireceğine söz verdi.
Adalet hanım mezarlığın kapısından ağır ağır içeri girerken; Osman yaşlı gözlerle arkasından onu izledi.
Hayatının en büyük dersini kendisi küçücük, yüreği yaşadığı acılara rağmen kocaman ve güçlü bu yaşlı kadından almıştı.

Ertesi gün Ankara’da yağmur yağıyordu. Sanki gök delinmişti. Osman durağa gelmişti. Çay ocağının yanında duran gazeteyi aldı. İlk sayfadaki haberlere göz gezdirdi. Göz gezdirirken bir haber dikkatini çekti:

Dün gece geç saatlerde Cebeci Asri mezarlığında bulunan cesedin Cumhuriyet tarihinin ilk Kadın Hâkimlerinden Adalet YILMAZ’a ait olduğu belirlendi. Adalet YILMAZ’ın bulunduğu yerdeki mezarların eşine ve oğluna ait olduğu belirlendi. YILMAZ’ın vefat ettiği gün bankadaki tüm parasını çektiği, bu parayı Seyranbağları’ndaki bir kız yetiştirme yurdu ile bir huzurevine bağışladığı belirlendi…’

Osman bir anda sarsıldı. Gözyaşlarına engel olamıyordu. Taksici arkadaşları hiçbir şey anlamadılar. Herkesin tek bildiği Osman’ın bardaktan boşanırcasına yağan yağmur altında ‘Gökler bile ağlıyor’ diyerek ağladığıydı…

*


SONSÖZ:
Ülkemin her zaman bir duruşu vardır; batıya göre mistik, doğuya göre imrenilecek bir örnek, güneye göre taptaze, kuzeye göre sıcacık... İnsanlığın filizlendiği, Bereketli Hilal coğrafyası, dinlerin doğduğu, imparatorluk toprakları, sonrasında gencecik, dünyaya örnek genç bir heyecan ve umut dolu bir cumhuriyet... Yedi bölgesinde de her koşulda tebessüm eksik olmayan muzip insanları. Gelmiş geçmiş en büyük dâhilerden birinin zihninde şekillendirdiği aydınlık, sempatik, konuksever, izan bilir, naif, al bayrağını görünce içi titrer, marşı okuduğunda gözleri yaşlı, Atasının adı geçtiği her yerde omuzları dik, toleransı çok yüksek Yüce Türk Halkı. Ara sıra kafamız karışsa da biz gerçekten böyleyiz. Belki mucize diyeceksiniz ama her zaman umut var...