SEN HİÇ BİR ORMANDA ÇIPLAK AYAK DOLAŞTIN MI?

Dilek ALP

“Ormanın ortasında tek başına duran ağaçlara hayranım. Kalabalıkta yalnız insanlar gibidir onlar. Şu ya da bu zaaftan ötürü sıvışıp giden münzeviler gibi değil, yalnızlaştırılmış bilge insanlar gibi, Beethoven ve Nietzsche gibidirler. Tepelerinde uğuldar dünya, kökleri sonsuzluğa uzanır ama sonsuzlukta kaybolup gitmez, var güçleriyle varlıklarını ortaya koymak için sürekli çabalarlar. Hiçbir şey daha kutsal, hiçbir şey daha mükemmel değildir güzel, güçlü bir ağaçtan…”

Ağaçlar, Hermann Hesse

*

Her zaman yazmak kolay olmuyor, yoğun acı duygular yaşarken kelimeler anlamlarını bulmuyor, içindeki yangını doğru ifade edemiyorsun gibi geliyor. Ne yazarsan yarım kalmış hissi hakim. İnsanlığın ciddi olarak sınandığı bir seri korku filmi gibi, hayatımızın her bölümü farklı bir travma başlığı sanki. Salgın hastalıklar, depremler, sel felaketleri, iklim değişimi, kuraklık, ani değişen hava koşulları, işsizlik, adaletsizlik, değersizlik, yetersizlik her şey umutsuzluğu aşılıyor.

Gündem çok zorluyor, başka konulara odaklanmaya çalışmak imkânsız hale geldi. Duygularımız son yıllarda o kadar damıtıldı ki geçmişte önem verdiğimiz birçok şey şuan önemini yitirdi. Ya da o kadar ağır gündem konuları ile boğuşuyoruz ki fikir aktarımları dahi yersiz kalıyor.

Şuan fiziki olarak ülkemiz yanıyor, ormanlarımızı kaybediyoruz, insanlarımızı, doğadaki canlarımızı, ekolojik dengemizi yitiriyoruz. Vatandaşlarımız evini, işini, hayatını kaybediyor. Arıların soyu tükeniyor. Dengeyi sağlayan böcekler kül oluyor. Yaprakların üzerindeki su damlacığının artık huzuru kaçtı.

Alevler bizi dehşete sürüklüyor ve söndüğünde derin bir nefes alacağız belki. Ama kaybettiğimiz doğal denge kaç yüzyılda geriye gelecek bunun hesabını yapamıyoruz. Eğer bu felaketin insanlığa nasıl zarar verdiğinin bilincine sahip olabilseydik zaten şuan bunları konuşuyor olmazdık. Yangın bölgelerinden şuan uzakta yaşayan bizler havanın 40 derecelere varan ağır nemli sıcaklığına tahammül edemezken yangın alanlarında ki acımasız koşulları hayal edemeyiz. Acıların tarifini kalbimde hissederek çekinerek yazıyorum bu kelimeleri.  

Afet yönetimi zordur. Bilimsel altyapı ve teknolojinin yanında ciddiyet ve disiplin gerektirir. Hayatım boyunca bir insanın yaşayabileceği tüm afet türlerini yaşamak şanssızlığının yanında afetlerde görev almış bir kişi olarak bu alanda birkaç ciddi cümle kurabiliyorum. Afet yönetimindeki beceri ve yetersizlikleri görebilecek kadar işin mutfağında bulundum. Evet, hepimiz kahroluyoruz şuanda fakat en çok üzüldüğümüz konu belki de yapılabilecek sayısız çözüm varken yapamadığımız her şey için. Her yaşanılan felaket toplumun eksik olduğu yanları gösterir bizlere, ama ne yazık ki bu işin faturası ağırdır. Önlemleri önceden almadığımız her tehlike bizlere ağır bedeller ödetir. Şuan da yaşadığımız da bu…

Ülkelerin, bölgelerin ve şehirlerin 5-10-25-50 yıllık afet planları vardır. Her türlü doğal afet yanında iç ve dış tehlikelere karşı devletler, ülke toprakları ve vatandaşları adına her adımı planlar, adımlarını çalışır, uygular ve tatbikatını yapar. O bir türlü önemi anlaşılamayan silahlı kuvvetlerimizin tatbikatlarının sebebi budur. Önce kendini test edip eksikleri ve yanlışları tespit etmek, sonrasında da varlığını gösterebilmek.  Deprem, sel ve yangın tatbikatları da buna dâhildir. Her yapılanmanın kendi içinde bir yönetim planı vardır. Sadece raporlamada kalmaması gereken… İşte şuan biz bu yetersizliğin sıkıntılarını ve acısını yaşıyoruz ülke olarak.

1992 de ABD, Yosemite Milli Parkı’nın (Sierra Nevada dağlarında bulunan, ABD’nin Kaliforniya eyaletine bağlı 3600 kilometrekare alana sahip milli park. Yüzölçümü yaklaşık Kocaeli ilimiz kadar. Dünyanın en önemli Sekoya  -Latince: Sequoiadendron giganteum - dev kızılçamlar-  ormanlarından birine sahip. Üç bin yaşında, boyları 60 metreyi aşan, içinden otoyol geçen bu dev mamut ağaçlar, vahşi şelaleler, özgürce gezen ceylanlar, ayıları görmek için her yıl 3 milyon kişi parkı ziyaret ediyor. Park sonbaharda dünya fotoğrafçılarının cennetine dönüşüyor.) yangınına şahit olmuştum. Yaşadığımız eyalette kilometrelerce uzaklıkta olmasına rağmen yangının kokusu, sıcaklığı ve kül rüzgârları bir hafta kadar etkilemişti kentleri. Televizyonlar, radyolar ve gazeteler, iklim bilimciler, orman mühendisleri, meteoroloji mühendisleri, biyologlar başta olmak üzere konuyla ilgili sayısız bilim insanı ile elbirliği halinde çalışan devlet yöneticileri beni etkilemişti. Daha faciadan bir hafta önce birbirleri ile kıyasıya savaş halinde olan siyasetçiler, aynı masada ortak çözümcü bir dilde el ele konuşuyorlardı. Silahlar toprağa gömülmüştü kriz atlatılana dek. Haberlerde olan biten tüm çıplaklığı ile ülke vatandaşına anlatılıyor, önlemler izah ediliyor, planlar aktarılıyor ve yanan 3000 yaşındaki dev sekoya ağaçları için yas tutuyorlardı. Bilim insanları ekosistemi nasıl eski haline getirebiliriz hakkında tartışıyordu. Yöneticiler dünyanın her köşesinden fotoğraf sanatçılarını ülkeye davet edip bu tarihi acıyı fotoğraflamalarını istediler. Dünyaca ünlü Amerikalı fotoğraf sanatçısı Ansel Adams’ın (1902-1984) muhteşem Yosemite Milli Parkı fotoğraf arşivine bu kareler de eklenmeliydi park tarihçesinde… Tüm bu acının kültürel bir yanı da vardı, bunu görebilecek kadar derinde hissettiler acıyı. Bu nitelikli insanların bir bakış açısıdır. Bir gün tüm bu acıların geçeceği fakat yıllar sonra bugün yaşanılan acıların, felaketlerin gelecek nesile aktarılacak bir bilgi haline dönüşünü zamanında planlayabilmek bunun adı. “Kurumlar arşivleri kadar köklü ve kuvvetlidir” düşünce tarzına sahibim. Çalıştığım kamu kurumlarında her görevimin başlangıç adımı bu kentte neler yaşandı bilgisine ulaşmak oldu. 1999 Depreminin kent ve doğa fotoğraflarını arşivlemek ve sergilemek, Pandemi döneminde boş kent sokaklarını usta fotoğraf sanatçılarının yeteneklerine bırakmak ve ortaya belge sunmak, yaşadığım yerlerin geçmişine dair her türlü bilgi ve belgeleri araştırmak ve toparlamak duygusunun temelinde gelecek nesillere bilgi bırakmak güdüsü ağır basıyor.
2. Dünya Savaşı'nda Londra'da bombalanan bir kütüphanede kitap inceleyen vatandaşların fotoğrafı da böyledir, felaketin ardından umut verir tarihe.

Farklı bir yönden konuyu dikkate almış olabilirim, yönetici olmak bir kriz anında 360 derece düşünebilmeyi gerektirir, bir felaketi önlemeye çalışırken başka bir kriz yaratmadan, önlemleri alarak (tabii yönetici bu önlemlerin gerçekçi olarak farkındaysa) bir yandan da çözümü ve sonrasını planlayabilmeli. Sağlam ve uzman bir ekip çalışması gerektirir. Yönetici her şeyi bilmek ve o konuda uzman olmak zorunda değil ama işin uzmanları ile çalışmak ve onlara danışmak zorundadır. An itibarı ile yaşadığımız her konu bireyselleştirilemeyecek kadar büyük ve ciddi. Verilen kararların yanlışlığı sadece birkaç kişiyi etkilemediği gibi şuan ki sorunumuzla ilişkilendirirsem sorun küresel bir çevre sorunu haline dönüşmüş halde.

Ormanlarımız yanmaya devam ediyor. Ekosistemimiz büyük zarar gördü. İnsanlarımızın kayıpları büyük. Maddi sıkıntılar zaman içerisinde çözülebilir fakat canlı kayıplarının bedeli ağır olacak. Topyekûn düşünerek soruna karşı bir çözüm üretilemez. Her bölgenin kendine has özellikleri ve yaşam şartları vardır ekosistem içinde. Yanan yerleri hemen ağaçlandıracağız demek bazı bölgeler için uygun olmayacaktır. Bilim insanlarına kulak verin, uzmanlara danışın, önlemler hakkında bilgi alın ve uygulamaya sokun, ağır kurallar koyun. Doğayı tanımak gerekiyor her şeyden öte doğayı gerçekten sevmek gerekiyor, ormanda hayatında bir kez olsun çıplak ayakla dolaşmış olmak gerekiyor tüm bunlar için…

Oğuz Atay' ın dediği gibi "içimin yorulduğunu hissediyorum".


 

Bu bilgi de burada dursun:

                ORMAN YANGINI ÖNLEME İPUÇLARI

  • Kamp ateşleri de dâhil olmak üzere açık ateşlerle ilgili yerel yasalara uyun
  • Tüm yanıcı nesneleri ateşten uzak tutun
  • Yakınınızda yangın söndürme aletleri bulundurun
  • Sıcak kömürü dikkatli bir şekilde atın
  • Cam ve plastik atmayın
  • Kontrolünüzde olan tüm küçük ateşleri boğmaya çalışın
  • Havai fişek atmayın
  • Sigara izmaritlerini dikkatlice söndürün ve söndüğünden emin olun
  • Ormanlarımızın size ait değil insanlığa ait olduğunu unutmayın.
  • Bir orman yangını fark ederseniz, sakin olun, en yakın telefona ulaşın ve yangını mümkün olan en kısa sürede yerel itfaiyenize bildirmek için 112'i arayın. Görevliye acil durumu, yangını ne zaman ve nerede gördüğünüzü sakince söyleyin. Yangın mahallinde veya yakınında şüpheli bir şey görürseniz, not alın ve bunu da bildirin. Görevli size kapatmanızı söyleyene kadar telefonda kalın.


TÜRKİYE ACİL YARDIM NUMARALARI

  • Polis İmdat 155
  • Acil Servis 112 (itfaiye, ambulans, jandarma, emniyet)
  • İtfaiye 110
  • Orman Yangını 177
  • Jandarma İmdat 156
  • Alo Sahil Güvenlik 158
  • Sağlık Bakanlığı İletişim 184
  • Gaz Arıza 187
  • Tüketici Danışma Hattı 175
  • Elektrik Arıza 186
  • Su Arıza 185
  • Alo AFAD 122