Ödeyeceksiniz !

 
Bugüne, biraz empati yaparak başlamakta yarar görüyorum.
Düşünün, bir işletmede işçisiniz ve yıllarca emeğinizi satarak para kazanmaya ve yaşamaya çalışıyorsunuz. Bunu yaparken çeşitli sorunlarla karşılaşıyorsunuz ama hepsini de örgütlü biçimde çözebiliyorsunuz.
Sonra, gün geliyor, işletme sahibi karşınıza çıkıyor ya da uzaktan mesaj gönderip ''ben, bu işletmeyi kapatıyorum'' diyor ve sizi başınızın çaresine bakmaya zorluyor.
Ne yaparsınız ?
Doğal olarak isyan eder ve tüm haklarınızı almak için gerekirse yalnız ama çoğunlukla örgütlü biçimde mücadele edersiniz.
İşte, İzmit'in Çenesuyu mevkiinde İsmetpaşa Stadyumu'nun tam karşısında bulunan AD Demirel tesisinde çalışanların yaşadığı sorun, tam da böyle bir sorun.
Yıllarca çalışmışlar, üretmişler ve artı değer yaratıp işverenin kasasına birikim yaratmışlar. Bu arada, kendi haklarını almak için de örgütlü yaşamda karar kılmışlar. Sonucunda, gidip DİSK'e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikası'na üye olmuşlar. Sorun da, aslen bundan sonra baş göstermiş.
İşçilerin örgütlü duruşu karşısında zora giren işveren, pazar payının daralması ve içine düştüğü ekonomik kriz gibi sebeplerin de etkisiyle işletmeyi kapatma kararı alıp, işçilere de bundan böyle işsiz olduklarını bir biçiminde tebliğ etmiş.
İyi de, mesele bu kadar basit değil ki...
Yıllarca o tesiste çalışıp üretmiş olanların birikmiş hakları var. Mesela kıdem tazminatı, mesela sosyal hakları ve belki de aylık ücretleri. Bunların ödenmesi gerekiyor. Hem yasal olarak, hem ahlaki olarak hem de vicdani olarak önemli bir sorumluluk.
Bunlar talep edilince, işveren ile Birleşik Metal-İş Sendikası arasında 30 Eylül 2014 tarihinde 65 işçiyi kapsayan bir protokol imzalanıyor. Ama, bu protokol sorunu çözmüyor. Çünkü, işveren, altına imza koyduğu protokolün gereğini öngörülen tarihte yapmıyor. Dolayısıyla ''bu protokol neye yaradı ki ?'' diye düşündürtüyor.
Bu durumda, o işçilere kalan tek şey, meşru hale gelmiş olan direnişi örgütlemek. Onlar da, sendikalarının öncülüğünde bu adımı atıyor. Önce, işletmelerinin önünde uyarı eylemlerine başlıyor, şimdi de işverenin İstanbul'daki evinin önünde direniş örgütleniyor.
Bu meşru duruşu güçlendiren ifadeler yenir yutulur gibi değil. İşçilerin üye olduğu sendikanın başkanı, ''Kırıntı da olsa onurları varsa bu insanların alacaklarını ödesinler. Yoksa, nerede olurlarsa olsunlar onların peşinde olacağız. Yakalarını bırakmayacağız'' diyor.
Haksızlar mı ?
Elbette, attığı imzaya sahip çıkmayan, gereğini yerine getirmeyen hesap vermelidir. Hesap sorma yöntemi hem yasal hem de meşru zeminden ilerletilir. O işveren teşhir edilir, toplum önünde itibarı tartıştırılır ve kimsenin yüzüne bakamaz hale getirilir.
Yasanın boşluklarından yararlanarak sorumluluklarını yerine getirmeyen ahlaksız işveren modelini ilk kez görmüyoruz. Onlardan, toplum içinde azımsanmayacak kadar var. Ama, ne kadar olurlarsa olsun hak mücadelesi verenler artık boyun eğmeme kararlılığı içindeler.
O yüzden, benzer durumdaki işverenlerin ''yan yattım, çamura battım'' türü gerekçelere dayandırarak kazanılmış hakları gaspetme konusunda fazla şansları kalmadı. İşçilere olan borçlarını ÖDEYECEKLER, hem de kuruşuna kadar.
Yağma yok...
Evlerini mi (villa da olabilir) satarlar,
Arabalarını mı satarlar,
Yazlıklarını mı satarlar,
Bankadaki şişirilmiş hesap bakiyelerini mi kullanırlar,
Orası kendilerinin bileceği iş. Ama, unutmamalıdırlar ki, işçilerin ve kamuoyunun bildiği iş onların uykusunu kaçırmaya yeter.
Bu yüzden, o işçilerin seslerine kulak verilmeli, yoksa artık ''keşke'' demenin de anlamı kalmayacak.
Çünkü, bu kez, gerçekten delinemeyecek bir duvara çarptılar. Yasalar her ne kadar yanlarında olsa da, toplumsal mücadele ve meşru direnme hakkı, yasal düzenlemelerin önüne geçti bir kere.
Yani, ''cin şişeden çıktı'' artık.
İşçiler, ''bu daha başlangıç, mücadeleye devam'' şiarının altını doldurmaya kararlı olduklarını gösterdi.
Gerisi, sizin bileceğiniz iş...