KÖYLÜLER, ŞEHİRLİLER VE YABAN ROMANI

Okullarda öğrencilere okuma alışkanlığı kazandırmak için biz öğretmenler, bazı kitaplar belirler ve öğrencilere zorla okuturuz.

Faydalı bulmadığım bu yöntemle öğrencilerden Yakup Karaosmanoğlu’nun Yaban romanını okumalarını istemiştim. Okumayacaklarını bildiğim için de yazılı sınavda o kitaptan sorular soracağımı belirttim. Ancak öğrenciler bunun da kolay yolunu bulup bir şekilde özetini okuyarak geçiştirebilirlerdi.

Kendimce kurnazlık edecek, onları hiç beklemedikleri bir yerden vuracaktım. Amacım hem okumadıklarını bildiğimi fark ettirmek hem de sahip oldukları birçok fikrin ‘kalıp’ olabileceğini hissettirmekti.

Yazılı esnasında sorum “Yaban romanındaki köylülerin nasıl tanımlandığını örneklerle açıklayın” dı.

Hatırladığım kadarıyla bir öğrenci dışında herkes, köylülerin misafirperver, sevecen olduklarına dair şeyler yazmışlardı. Oysa romandaki köylüler düşman işgaline rıza göstermiş, gazi bir şehirli subayı kabullenememiş ve onu ‘yaban’ bularak dışlamıştı.

Bir öğrenci dışında romanı kimsenin okumadığını cevaplardan anlamıştım. Çünkü yıllardır öğrendiğimiz köylülerimiz misafirperverdir, sevecendir inanışı, bu romanda alt üst ediliyordu ve bir kişi dışında hiçbir öğrencim buna değinmemişti.

Bu gün her hangi birine Türk köylüsü, Anadolu köylüsü nasıldır, diye soruverseniz, en başta siyasiler olmak üzere çoğu kişi, öğrencilerimin verdiği cevabı verecektir. “misafirperver, saf, sevecen” diyeceklerdir. Şehirli nasıl diye sorsanız “çıkarcı, kurnaz, para düşkünü” ve benzeri kalıp sözler duyacaksınız, muhtemelen.

Oysa insan, her yerde aynı insan. İyilikleri de kötülükleri de, sevgileri de nefretleri de bilgileri ölçüsünde küçülüyor ya da büyüyor veya şekil değiştiriyor.

Yaban romanında, köylülerin bu durumundan aydınları suçlu bulmuştu Yakup Kadri, ancak aydınları suçlu bulması köylünün var olan durumunu da değiştirmiyordu. Köylülerimiz de, şehirlerimizdeki insanlar gibi zengine, ünü olana ilgi gösterir, eksiksiz bulduğuna sofrasını açar. Fayda bulmayacağını düşündüğü, düşkün insana pek yaklaşmaz, tıpkı şehirdekiler gibi. Kendi çıkarlarına dokunmadıkça, siyasi bir hırsa bürünmedikçe, toplumsal olaylara genel olarak ilgisizdirler.

Gerçi Yaban romanında köylülere has olumlu davranışlardan neredeyse hiç bahsedilmemişti, bu yönüyle biraz eksik kalsa da, bana göre oldukça gerçekçi bir romandı.

Yaban romanını bu şekilde hatırlamış ve gündeme taşımış olmamın nedeni, yaşam şartlarımız ve buna bağlı olarak bazı düşünce ve davranışlarımız değişse de, içsel ve toplumsal çatışmalar ve değerlendirmeler açısından hala Türkiye gerçeklerine ışık tuttuğuna inanıyor olmamdan dolayıdır.

O günlerden bugüne, belki de değişen tek şey; eskiden şehir dendi mi, medeniyet- görgü gelirdi akıllara. Şimdi her şey ve herkes birbirine karışmış durumda. Sanki Türkiye koca bir köy oldu. Ne kimsenin kimseye verecek medeniyeti kaldı, ne de kimsenin kimseden alacağı medeniyetsizliği. Hepimiz her şeyi bilir olduk(!)

Bana göre, kendimizi, yaşadıklarımızı olduğu gibi anlamak ve tanımlamak yerine, gerçekçi olmayan hayal ürünü algılarla yaşıyoruz. Çünkü gerçeği olduğu gibi anladığımız zaman ortaya çıkacak çirkinlikten ürküyoruz. Bu yüzden de gerçeklerden kaçmayı, süsleyip püsleyerek anlatmakla kalmayıp anlattıklarımıza kendimizde inanmayı tercih ediyoruz.

Bugün toplumumuzu, kendimizi, yönetimlerimizi gerçek dışı olumlayarak kendimize, hafif rüzgârlarda bile yıkılıveren hayali korunaklar yaratıyoruz. Her kötü gidişte bu korunaklar yıkılıveriyor ve ne yapacağımızı bilemez halde açıkta kalıyoruz.

Muhakkak, inandığı gibi yaşayan, yaşadığı gibi inanan sağlam duruşlu insanlarımız da var, ancak galiba çok azınlıktalar. Yoksa şu an Türkiye bu durumda olur muydu?

Şu an, belirsizlikler içinde yaşıyoruz. Üzerine sağlam bastığımız hiçbir zemin yok. Bu durum bir toplum için ürkütücü bir gerçeklik…

Bu gerçeklik, yani zeminsizlik, aynı zamanda şu anki halimizi çok olumlu bir yöne evirmek için de önemli bir fırsat sunuyor.

 Bu fırsatları değerlendirerek geçmişten ve bugünün olumsuz yaşantılarından ders çıkarıp kurtulabileceğimiz gibi, daha aydınlık, demokratik bir Türkiye’nin temelleri atılabilir, sağlam bir zemine oturtulabilir, diye düşünüyorum.