Ahh Numan Bey ne yaptınız böyle? (Numan Beye en fazla sarfettiğim cümle bu oldu arkadaşlığımız süresince!) Yarım işi hiç sevmem bilirsin ama bizleri yarıda bırakıp çekip gittin aramızdan. Bu söyleşi bile yarım kaldı, alacağın olsun. Ama seni tanıyan herkes, bu cümleleri senin sesinden duyar gibi okuyacak. Çünkü sen, hâlâ bu kentin kıyılarında, bir tarihi yapının gölgesinde bu kent için konuşmaya devam ediyor olacaksın. Belki Nicomedia İmparatorluğundan tanıdıklara bile rastlarsın gittiğin yerde. İnanıyorum ki gittiğin her boyutta da yanlışlara karşı direneceksin. Bu röportaj Mayıs 2025 de yaptığımız telefon konuşmasında başlamış ve bir türlü tamamlanamamış bir röportajdır. Ama siz de göreceksiniz ki bazı şeyleri çok erkenden söylemiş yine… Numan Bey beni yine şaşırttı.
Zamanın ruhunu en derin haliyle hisseden, yaşadığı kenti sadece sevmekle kalmayıp ona emek veren insanlarla tanışmak kolay değildir. Sayın Numan Gülşah, bu nadir insanlardan biriydi. Devrimci duruşu, kent belleğine adanmış çalışmaları, zarafeti, güleryüzü, tevazusu ve derin bilgeliğiyle İzmit’in çehresine dokunarak, birçok kalpte silinmez izler bıraktı.
2006 dan bu yana birlikte nice projeye omuz verdiğimiz Numan Gülşah’ı sonsuzluğa uğurladık 28 Temmuz 2025 günü. Aşağıda okuyacağınız sohbet daha günlerce sürerdi, telefon konuşmalarımız bile proje üretim merkezi gibiydi onunla, kafasındakilerini anlatır üzerinde çalışılmasını isterdi. Verdiği sayısız ödevle aramızdan ayrıldı.
Keyifle okumanız dileğiyle…
Size yıllardır “Bitinya Valisi” deniyor. Sizce bu kente bu kadar derinden bağlanmanızın kaynağı neydi?
Bu benzetmenin içinde hem bir şaka, hem bir görev var. Bu valiyi tanımam ama karakterini bilirim, bana uyuyor aslında. Bitinya, bu toprakların çok katmanlı tarihini simgeliyor. Ve ben hep kendimi o tarihin, o belleğin bir neferi gibi hissettim. Valilik unvan değil, gönüllülük meselesiydi. Bu kente, bu geçmişe sahip çıkmak gerekiyordu. Ben de elimden geleni yapmaya çalıştım. Bir kent sadece sokaklardan ya da binalardan ibaret değildir. İzmit benim için yaşayan bir bellek. Her taşında, her sokağında bir tarih, bir tanıklık var. Bu bağ, zamanla bir sorumluluğa dönüştü. Sadece yaşamak değil, anlamak ve anlatmak istedim.
Rüzgâra karşı savaşmalarımdan dolayı Don Kişot da derler. Kentin yöneticileri ile bir türlü anlaşamadım bu yüzden. Yaptıkları işlerde eksiklikleri ya da yanlışlıkları söylediğimde benden hiç biri haz etmedi. Ama Dokuzuncu Köy her zaman İzmit oldu. Kimse kovamadı bu şehirden beni.
Kent tarihiyle ilgilenmeye sizi iten şey neydi? Bu bir kişisel yolculuk muydu?
Evet, çok kişisel ama aynı zamanda kolektif bir yolculuktu. İnsan kendi kimliğini ararken, çoğu zaman köklerine bakar. İzmit’in kökleri çok derin; Roma’dan Osmanlı’ya, Cumhuriyet’ten bugüne… Bu mirasın izini sürmek, kendime de ayna tutmak gibiydi.
Herkes sizi İzmit’le bağdaştırıyor ama sizin ilgi alanınız sadece bu kentle sınırlı değil…
Evet, beni İzmit kent belleği çalışmalarımla tanıyanlar çok ama ben aynı zamanda Macar tarihine, dinler arası diyaloğa, uluslararası kültürel dostluklara da gönül verdim. Siyaset ve siyasetçilerle işim hiç olmadı, insana ve kente yapılan yanlışlarda kimseyi affetmiyorum.
Thököly İmre & Zrínyi Ilona Macar Dostluk Derneği’nin başkanlığını yaptım bir süre. Azize Santa Barbara üzerine uzun yıllar araştırma yaptım. Çünkü bana göre tarih sadece taş değil, inançtır, halktır, kadındır, kahramanlıktır, köprüdür. Bu bağlamda İstanbul-Yeni Roma Başepiskoposu ve Ekümenik Patrik I. Bartholomeos ile de derin bir dostluğumuz var. Onun barış dili, halklar arasında kurduğu manevi köprüler beni çok etkiler. Onunla dostluğumdan bile çok rahatsız olan yöneticiler var şuan. Akıllarından ne geçiyorsa artık.
Çok sayıda kimlik arasında geçiş yapabilmek herkesin harcı değildir. Siz bu çoklukla nasıl başa çıktınız?
Baş etmek demiyorum ben buna, onlarla birlikte yaşadım. Her biri benim içimdeki başka bir sese karşılık geliyordu. Uluslararası Özkan Mert Onur Ödülleri Jüri Başkanlığı yaptım bir süre, bu benim için sadece bir görev değil, bir onurdu. Çünkü Özkan Mert gibi bir direniş ve şiir insanının adıyla, başka emekçilere ışık tutulmasına katkı vermek hayatta aldığım en kıymetli rollerden biriydi. Benim için farklı alanlara yayılmak dağılmak değil, derinleşmekti. Azize Santa Barbara’yı araştırmak ve günışığına çıkarmak bir görevdi. Çünkü bu topraklara katkı sunacak bir bilgiydi. Macar Derneği olması gereken bir tarihi olaydı. Aslında hepsinde bir gereklilik söz konusu. Artık biraz dinlenerek çalışmayı öğreneceğim. Son yıllarda ülkenin siyaseti, kentin siyaseti beni çok yordu.
Hayatınızda ki en özel dostluklardan biri Ekümenik Patrik Bartholomeos’la kurduğunuz bağ. Onun sizin için anlamı neydi?
Bartholomeos Hazretleri benim için sadece bir din büyüğü değil, bir barış taşıyıcısı. Onunla sohbetlerimizde hep şunu hissediyorum: İnançlar arası değil, yürekler arası köprüler kurulmalı. O bana bunu öğretti. O yüzden bu dostluk sadece kişisel değil, simgesel de bir değer taşıyor benim için.
Ama hep İzmit’in çocuğu gibi kaldınız. Herkes sizi seviyor ama bir o kadar da çekiniyor.
Elbette. Nerelere gidersem gideyim, hangi masada oturursam oturayım, hangi metne kafa yorarsam yorayım içimde hep İzmit’in taş sokakları var. Ben o çocukken dokunduğum çeşmeyi, eski fırını, pencereden denizi görmeyi hiç unutmadım. Kent insanda kalır aslında. Ben onu hep yanımda taşıdım. Çok farklı topluluklara girip çıkmayı seviyorum, farklı insanları tanımayı da. Sevenim çok ama benden hoşlanmayan daha çok. Ahh bu sivri dilim…
Kentin dönüşümüne yıllardır tanıklık ettiniz. Sizi en çok endişelendiren nedir?
Şuursuzca hafızanın silinmesi beni kahrediyor. Modernleşme adına geçmişle bağ koparılıyor. Binalar yıkılabilir ama hikâyeler yok olmamalı. En çok buna üzülüyorum. Herkes laf olsun diye bir şeyler yapıyor ama gerçek kaynakla ilgilenen yok. Sürdürülebilirlik kelimesini çok kullanmam ama kente yapılan hiçbir şey bana sürecekmiş gibi hissettirmiyor.
İzmit’in sizin gözünüzdeki ruhu nedir?
Biraz yorgun ama gururlu dimdik ayakta. Yüzlerce yılın yükünü taşıyor, ama hâlâ direniyor gibi. Bu direnişin bir parçası olmaktan hep onur duydum. Geçmişi ile barışamayan bir kent bence İzmit. Hani İstanbul Otoban girişinde “Dünya Başkenti İzmit” yazıyor ya aslında öyle ama altını hiç dolduramadı gidenler de gelenler de… Dünyaya açılamayan içine kapanık bir kente döndü zamanla… Üzerine yeni bir bilgi eklemedikçe oturduğun yerde ben de yönetirim bu dünyayı. Dünyaya mal olacak bir kentken susuluyor ve aman yılanı deliğinden çıkarmayalım zihniyeti hakim. Benden sonra gelen kişi geçmişi kurcalasın mantığı… Yazık oluyor İzmit’ime.
İtiraf edeyim, bu içimde bir sızı. Sana söz verdim, bir türlü başlayamadık. Çünkü bu seri sadece yazı değil, kente verilmiş bir söz gibi. Kentin sokaklarını, insanlarını, silinen izlerini anlatmak istiyorum sana. Her zaman istediğimiz hızda ilerlemiyoruz, hep araya başka işler girdi. Bu aralar sağlık işleri yordu beni. Yarım kalan işler kalpte tamamlanır. Belki sen bir gün yazarsın. O zaman o yazılar sadece senin değil, bizim olur. Ben de zevkle okurum. Sakın mütevazi olma, bu işte senden daha iyisini tanımadım. Her hafta yazını okumaya çalışıyorum yıllardır. Bir gün aksatmadın, bu her işe gösterdiğin özen ve saygıyı gösteriyor. Bu kent seni bile anlayamadı buna hep üzülürüm. (Numan beyin bu sözü beni mutlu etti)
Vicdan… Bu kelimeyi sizden çok duyuyoruz. Nedir vicdan?
Vicdan, karşındakine bakarken gözünü hiç kaçırmamaktır, rahat rahat bakabilmektir. Tarihi silerken ya da değiştirirken susmamak, zeytin ağaçları kesilirken ağlamaktır. Sokaktaki tüylü dostlarımızın başına bir iş geldiğinde onları sahiplenmektir. Kaynaklarını doğru kullanmaktır. Dürüst olmaktır. Kendini değil kenti ve kent insanlarını düşünmektir. Her ne paha olursa olsun kentinin tarihinden korkmamaktır, gerçekleri ortaya çıkartmak cesaretini göstermektir. Kent için çalışan doğru insanları doğru koltuklara oturtmaktır. Kentin vicdanı varsa, insanın içi de rahattır. Ben elimden geldiğince o vicdanın sesi olmaya çalıştım. Bazen konuşarak, bazen sadece orada olarak. Vicdansız olan çok kişi tanıyorum bu kentte. Kent yöneticilerine öfkeliyim bu konuda. Şapkayı çıkartıp düşünmeliler dürüstçe, bu kent için bu kadar yıl ne yaptık, arkamızdan nasıl konuşacaklar, kimleri küstürdük, ne iz bırakacağım diye… İşte vicdan budur. İnsan şu anı değil yarınını düşünmeli. Nice kişiler geldi geçti bu sokaklardan, şimdi yürürken selam verenleri yok.
Numan Gülşah’a göre Atatürk kimdir?
Bana göre Atatürk, yalnızca bir komutan ya da devlet kurucusu değil; insanlık değerlerini özümsemiş, aklın, bilimin ve vicdanın rehberliğinde yürüyen evrensel bir önderdir. O, doğu ile batı arasında sahici bir köprü kurarak milletine sadece bağımsızlık değil, aynı zamanda kültürel ve düşünsel bir uyanış armağan etmiştir. Hukukun üstünlüğünü, halkın eğitimiyle birlikte düşünmüş; sanatı, dili, tarihi ve bilimi bir ulusun yeniden doğuşunun temel taşları haline getirmiştir. Atatürk’ü anlamak, sadece geçmişe değil, bugüne ve yarına da ışık tutan bir iç pusulayı keşfetmektir; çünkü o, çağlar ötesinden gelen bir adalet, özgürlük ve medeniyet sesidir. Atatürk’e samimi olarak (bunu söylüyorum çünkü etrafımdaki kişileri bu konuda dürüst bulmuyorum) saygı duymayan hiç kimseye saygı duymuyorum. Bu konuda kim ne düşünürse düşünsün hakkımda, çok umursamıyorum. Atatürk kırmızı çizgim diyebilirim.
Gençlere bir cümle söylemek isteseniz olurdu?
“Geriye bakmaktan korkmayın.” Çünkü geleceği inşa etmek için geçmişi çok iyi anlamak gerekir. Bunu yapan gençler gördüm ve içim umut doldu. Bir çeşmenin üzerinde ki kitabeyi okuyan, eski bir çınar ağacının gövdesine dokunan, bir eski evin önünde durup “burada kim yaşadı” diye soran biri varsa, o kent hâlâ yaşıyor demektir. Ben onların sabırlı ve akıllı olmalarını çok isterim. Kandırılmasınlar… Kentle bağ kurmak zaman ister. Her gün aynı sokaktan geçmek bile bir araştırmadır. Sormaktan, anlamaktan ve anlatmaktan hiç vazgeçmesinler istiyorum.
İzmit ileride sizi nasıl hatırlasın istersiniz?
Bir gün biri resmimi gördüğünde ya da adımı duyduğunda “Bu adam kente iyi baktı” derse, kâfidir. Adımı bilmese bile olur. Ama hissetsin. Benim sevgiyle, emekle, inatla tuttuğumu bu şehri. Herkes çabuk unutulur ama yapılanlar, elle tutulan değerler sadece geride kalır. Ben şov için yapılan her şeye çok kızıyorum. Eğer ben kent için kıymetli biriysem, şuanda değerimi bilsinler, arayıp sorsunlar, projelerime destek versinler, fikirlerimi öğrensinler, tavsiyelerime kulak versinler. Ben de faydalı olduğumu düşünüp onur duyayım. Ama bizim memlekette sanatçı aç ölür, eserleri öldükten sonra değer kazanır, paha biçilmez olur. Fikir adamları sefillik içinde yaşar, öldükten sonra adına kütüphaneler kurulur, boy boy fotoğrafları paylaşılır. Çok sahte geliyor bana. Ama İzmit’te çocukluğumun geçtiği sokağa adımı vermeleri hoşuma giderdi mesela. Yıllarca koruduğum emanetim olan imparatorluk evimin olduğu yerde adımla anılan bir kazı merkezi olsun isterdim ne yalan söyleyeyim.
İzmit kentinin kamu/özel kurum yöneticilerine ne söylemek istersiniz?
Bunu diğer konuşmaya bırakalım Dilek. Bu sorunun cevabı çok uzun olacak, düşünmem gerek biraz, yoruldum bugün.
SON NOT:
Bu sorunun cevabını sizden alamadan ayrıldınız Numan Bey, ama hepimiz sizin hassas çizgilerinizi biliyor ve az çok tahmin edebiliyoruz.
Sayın Numan Gülşah’ı sevgiyle, minnetle ve derin bir özlemle anıyorum. Bu tamamlanmamış röportajda yer bulan her sözcük, onun hayatına ve emeğine saygıyla yazılmıştır. Onun anısı, kent belleğinin en kıymetli sayfalarında sonsuza dek yaşayacaktır. Seni, senin bile tahmin edemeyeceğin kadar çok özleyeceğim değerli arkadaşım…
Dilek ALP
28 Temmuz 2025