KENT SERİSİ 9: KENT VE KÜTÜPHANELERİ

Dilek ALP

“Kütüphane benim ikinci evim gibi. Hatta gerçek evim belki de.”
Haruki MURAKAMİ

Evimin yolunu bilen herkes aşinadır kütüphaneme, dört bine yakın her biri okunmuş kitap raflarımı tek tek tanıtırken nasıl övünürüm görmelisiniz. Sanırsınız kraliyet kitaplığı. Henüz okumadığım kitapları rafa asla koymayacağımı bilir, çalışma masamda duran kitapların ise okunmakta olduğunu görürler. Birçok büyük kitabevinden daha zengin, her dilde mutfak kitaplarına sahip olduğumu rekabetçi ruhumla parlata parlata anlatırım. Kahve ve çaylarımızı yaşam alanım olan bu kitaplar arasında koyu sohbetimizle yudumlarken, duvardan duvara rafların görüntüden ibaret olmadığını hissettiririm. Kitaplarımı ödünç vermem ama tüm bilgimi paylaşırım. Kişilerin karakterine göre kitap araştırıp, hediye etmeyi çok severim. Ne okuduğunun farkında olan oğlumla kitap değiş tokuş yapmaya bayılırım. Dünyada beni en iyi tanıyan kişinin “sen bu kitabı çok seveceksin” sözü dünyalara bedeldir.  

Biliyorum, bu uzun yazıları okuyan birçok kişi kendini kitaplarda bulan nitelikli zevklere sahip kişiler. Özellikle kitap almak için harçlık biriktiren, her daim kitaplara aç olanlardan bahsediyorum. Bu kişiler nerede ve nasıl yaşarlarsa yaşasınlar mini kitaplıklar oluştururlar. Çocukluklarında okul kitaplığı, şansları varsa mahalle kütüphanelerinin kokusu ile büyümüşlerdir. Şehirlerindeki Halk Kütüphanelerinin adresini bilirler.

Kendimi bildiğim ilk yıllardan bu güne değin kitap sayfaları arasında ömrüm geçti. Ailemde herkesin gazete okuduğuna şahit olarak büyüdüm, sürekli taşınan mobil bir hayatımız olduğu için portatif kütüphanemiz yeni evimizde öncelikli kurulan mobilya olurdu. Annem mutfak tabaklarını paketlerken, babam tozlarını alarak kitapları ahşap kutulara yerleştirirdi. Bildiğiniz saygı görürdü o kitaplar.

Ansiklopedi denilen kaynaklarımız vardı sadece. Ödevlerimizi şimdiki gibi teknolojiden faydalanarak, bilgilerin hazır sunulduğu tabağımızda bulamazdık. Ebeveynler meşgul insanlardı, ödevlerimizden sadece biz öğrenciler sorumluyduk. Kütüphanelerde araştırılmayan ödevler kabul görmezdi. Belki de onun için bazı şeylere ulaşmanın zorluğu içinde değer bilmeyi öğrendik.

Çocukluğumda günlerimi geçirdiğim ağaç evimde başlayan kitap biriktirme sevgim, benim düzenli kütüphane kullanıcısı olmamla devam etti. Sonrasında meslek hayatımla birlikte elimin uzanabildiği yerlerde mevcut olan kütüphanelere “nasıl destek verebilirim?” şeklinden “nasıl kütüphane açabilirim?” düşüncesine döndüm.

Kent ölçeğinde devamlı Kültür ve Sanat alanında çalışmak kütüphaneler konusuna birkaç cümle kurabilme hakkını da tanıdı. Ankara Büyükşehir Belediyesi binası içinde personelimizin kullanabileceği kapsamlı bir kütüphane alanı yapmakla başladım, çalışan personel öğle tatilinden kalan zamanını büyük bir zevkle orada geçirerek güncel yayınları takip edebiliyordu. Kitap tartışma ve felsefe günleri düzenliyorduk kurum içi. Kitap kampanyaları düzenleyerek sayısız köy odasına kitaplık kurmuştuk 90’lı yıllar. Okuyan personel modeli yaratmıştık.

Yaşadığım yerin dışında olan seyahatlerimin ana prensibi, gittiğim yerin önce kütüphanesini ziyaret etmek olmuştur. Çünkü bana göre kent kütüphanesi çağdaşlık ölçütüdür. İnsanların kütüphaneleri nasıl kullandığına çok dikkat ederim ve etrafına neler kattığına… İzlenimlerimi fotoğraflar, yetkili kişilerden bilgi alırım, yaşadığım bölgeye uyarlamaya çalışırım. Çünkü benim için kütüphane hizmeti sadece ödünç kitap vermek değildir. Bir sosyalleşme olanağıdır. İnsanın kendini bulduğu, özgür ve güvende hissettiği alandır. Kütüphaneyi kullanan kişi görgü kurallarının bütününe uymak zorundadır ve ciddi bir disiplin bilgisi edinir. Sosyal hayatında derbeder olabilen bir kişiyi kütüphane içinde tanıyamazsınız. Doğal olarak ortamın saygınlığına bürünür. Bu nedenle ortamın eğiticiliğine, dönüştürme gücüne çok inanırım.

Gölcük Belediyesi Sanat Galerisi bünyesinde 2007 yılında Kent Kütüphanesini kurmadan önce buranın “Yaşayan bir Kütüphane” olmasını planlamıştım. Üniversiteli gönüllü öğrenciler ile çalıştım. Türkiye’deki tüm yabancı büyükelçiliklerle görüşerek kendi dillerinde eşsiz bir dünya ülkeleri bölümü oluşturduk. Kütüphanemizi kurumsal nitelikte kurabilmemiz için uzman desteği talebi için görüştüğüm, dönemin Kültür Bakanlığı Kütüphaneler Daire Başkanlığı’nın cevabı bende büyük bir hayal kırıklığı yaratmış, o hışımla Kültür Bakanı Sayın Ertuğrul Günay’a e-posta ile ulaşarak samimi üzüntümü belirtmiştim. Bir hafta geçmemişti Kültür Bakanı Ertuğrul Bey imzalı bir mektup ile birlikte şuanda kütüphanemizin en değerli kaynak eserlerinden oluşan kolilerce lüks baskı kitap hediye edilmişti. Tüm çalışanlarımla birlikte o gün sevinçten ağladığımızı unutmayacağım.

O dönemlerde geçici bir görevle kentimizde bulunan Kültür Bakanlığı uzman kütüphanecilerinden Süheyla Acar ile bir sergi açılışında tesadüfen tanışmamız kentin üzerine yıldız yağdırdı. Bizlere her detayı öğreterek, işin kurallarına uygun, geleneksel ruha sahip bir kütüphane programı uyguladı. Kütüphanelerde 001 No’lu kayıt altına alınan kitabın Kuran-ı Kerim, 002 No’lu kitabın ise Nutuk olduğunu onunla öğrendik. Kendi bilgimiz ile kurduğumuz kütüphanemiz, alanında ilklere sahipti. Kütüphanenin içinde müze alanı yaratmış ve dönemsel müzeler kurmuştuk. Ziyaretçilerin farklı alanlarda dikkatini çekmek ana amacımızdı. Arka fonda sürekli çalan klasik müzik, ortamın sessizliğini kırıyor fakat rahatsız etmiyordu. Her ay tasarladığımız seri numaralı güncel afiş ve kitap ayıraçları ile koleksiyonerliği öğrettik. O dönem madde bağımlısı olan gençleri sokaktan kütüphaneye kazandırma ve onlara sorumluluk verme konusunda ciddi başarılar sağladık. Tehlike yaratanlar, bizi tehlikeden koruyan meleklere dönüştü…

En çok ödünç alanların ödüllendirilmesi, söyleşiler, imza günleri, belediye başkanı, kaymakam gibi kent yöneticilerinin gençlerle kitap tartışmaları kütüphanenin günde 350-400 kişi tarafından ziyaret edilmesine yol açtı. Her yaş grubuna hitap etmesi ise tam bir şenlik havası yaratıyordu. Günlük gazeteleri okumak için aynı saat ve aynı koltukta görmeye alıştığımız 78 yaşındaki Belkıs Hanım bizim hayat enerjimizdi. Değirmendere sahil kütüphanemizde dijital kütüphane bölümünü hayata geçirmek ise teknoloji dünyasında “biz de varız” demekti. Belki bir İskenderiye Kütüphanesi ya da New York Halk Kütüphanesi kuramasak da, o ruha ve bakış açısına sahip bir anlayışla çalıştık. Süheyla Acar, İstanbul İl Halk Kütüphaneleri Müdürlüğü’ne atandığında ise birlikte yaptığımız eş zamanlı programlar ile ayaklarımız yerden kesildi.

Görev yaptığım kısa zaman diliminde, İzmit Belediyesi Yunus Emre Kültür Merkezi’nde tasarladığımız kütüphane, kolay ulaşılabilirlik özelliği ile dikkat çekerken, kütüphanecilik hizmetlerinin yanında dijital kütüphane oluşu bir artı değer kazandırıyor. Kentin diğer kütüphanelerinden ayıran en büyük özelliği ise sanatsal dokunuşların yer alması, ödüllü seramik sanatçısı Çiğdem Eroğlu’nun (Atölye Elimin Çamuru) koleksiyon eserlerini kitap aralarında görebileceğiniz gibi, ressam Ecaterina Nikolau’nın çizimlerini duvarlarda izleyebilecek, grafik sanatçısı Mahsun Sancak’ın bezeme çizimleri ile İzmit’in kent değerlerini öğrenebileceksiniz. Kütüphaneler bana göre ziyaretçiyi her yönden kucaklamalı diyorum, belki de sürekli kitapların arasına sanatı sıkıştırma çabalarım bundan kaynaklı…

Eylül 2003 yılında, ABD'nin Atlantik bölgesini vuran Isabel Kasırgası, o dönem yaşadığımız Washington DC şehrinde hayatı uzun süreli durdurmuş, 1999 Gölcük Depremi’nin bir benzerini yaşamıştık. Kasırganın ardından korku ve kayıplar insanları birbirine kenetlemişti doğal olarak. Kent insanlarının toplandığı ve başka uğraşlarla meşgul olduğu tek yer mahalle kütüphaneleriydi. En güvenli ve sakin noktalar bu yapılardı. Kitap okumaya gelenlerin yanında, okuma saatleri, çocuklarla tartışma etkinliği, sanatsal faaliyetler devam ettirildi bir yandan şehir toparlanırken. Dev bir kasırga atlatmış bir kentin kütüphanelerinin bu kadar özverili bir ruha sahip oluşu gözlerimin önünden gitmeyecek. Ben kendimce dersimi çıkardım…

Kütüphane haftasını bitirdiğimiz bu günlerde aktivist Martin Luther King’in "Bir Hayalim Var" sözünü haykırıyorum yine, belki bir duyan olur. Ben de ahşap işçiliği, zemin parkeleri, tavan süslemeleri ile insanı büyüleyen, sanat, zarafet ve kültürel zenginliğin dengesi içinde uyum yaratmış kütüphaneler istiyorum yaşadığım yerlerde. Yazar Umberto Eco’nun tarif ettiği gibi ben de büyüleyici bir yerde; kimi zaman bir demir yolu peronunda, egzotik ülkeler hakkında araştırma yaparken uzak kıyılara yolculuk ediyormuşum duygusunu yaşamak istiyorum kütüphanelerimde…