Cumhuriyetin Aynası ve Bozkırın İhtişamı
Ankara'nın kalbinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne nazır bir duruş sergileyen Ankara Palas, sadece bir bina değil; genç Cumhuriyetin Batılılaşma azminin, mimari dehasının ve sosyal devrimlerinin taşa kazınmış en ihtişamlı anıtıdır. Bugün bile önünden geçerken, duvarlarının ardında saklı duran o ilk yılların heyecanını, o balo salonunda atılan çağdaşlık adımlarının ritmini duymamak imkânsız.
Yıl 1924. Türkiye Cumhuriyeti ilan edilmiş, başkent ilan edilen Ankara ise diplomatları ve yabancı misafirleri ağırlayacak lüks ve modern bir tesisten yoksundu. Bu eksiklik, Atatürk’ün vizyonuyla birleşti ve çözüm, mimarlıkta bulundu. Mimar Vedat Tek tarafından başlatılan ve büyük Mimar Kemalettin Bey tarafından tamamlanan bu eser, aceleci bir yapı olmanın çok ötesine geçti.
Ankara Palas, I. Ulusal Mimarlık Akımı'nın en didaktik örneği olarak yükseldi. Kemalettin Bey, Selçuklu ve Osmanlı mimarisinin görkemli motiflerini özellikle mukarnasları (İslam sanatında mimari yapılarda görülen geometrik bir bezeme çeşididir. Mukarnas( kademeli çıkıntıların olduğu basamaklı çatma tavandan oluşan kubbe ile birlikte başlık türü olup rengârenk alacalı işleme) ve geometrik desenleri alıp, Batı’nın modern otelcilik konseptiyle sentezledi. Bina, bu toprakların köklerini reddetmeyen, aksine o köklerden beslenerek çağdaşlaşan bir ulusun kimliğini dünyaya ilan ediyordu. Her bir taş, her bir pervaz, okuryazar olmayan birine dahi, "Biz, köklü bir geçmişten aydınlık bir geleceğe yürüyoruz," mesajını fısıldıyordu.
Ankara Palas'ı tarihe kazıyan asıl unsur, restoran ve balo salonuydu. Bu salon, 1928'deki açılışından itibaren sadece bir eğlence mekanı değil, sosyal reformların fiilen uygulamaya konulduğu bir laboratuvar işlevi gördü.
Restoran katına çıkan her adım, dışarıdaki tozlu Ankara'dan, Avrupa'nın en zarif salonlarına yapılan bir yolculuktu. Masa düzeni, bir tablo titizliğiyle kurulurdu: Sapsarı ışıkların vurduğu bembeyaz, kolalı keten örtüler, jilet gibi katlanmış peçetelerin yanında bulunurdu. Her bir konuk için, dıştan içe doğru dizilmiş parlak gümüş takımlar, sanki her kurs için hazırdı. Kristal kadehler, tüm şıklığı ile göz alırdı.
Bu, sadece bir yemek değil, bir ritüeldi. Garsonlar, omuzlarında genç Cumhuriyetin ağırlığını taşıyan ağır başlı centilmenlerdi; gümüş tepsilerle tabağı, kimseyi rahatsız etmeden, sol taraftan usulca sunarlardı. Başlangıçtaki ordövrden, geceyi taçlandıran Fransız usulü soslu ana yemeğe kadar, her lokma, ince görgünün ve yeni medeniyetin tadıydı.
Ama Palas'ın kalbi, şüphesiz balo salonuydu. Oraya adım atmak, bir masalın içine düşmekti. Yüksek tavanlar, lüks avizelerin sıcak altın ışıltısıyla yıkanırdı. Ve o meşhur Cumhuriyet Baloları...
Bu salon, yeni bir aşkın ilk bakışlarının, ilk fısıltılarının mekanıydı. Fraklarının içinde kusursuz görünen genç devlet adamları ile dantelli, uzun tuvaletleriyle pırıl pırıl parlayan hanımlar... Burada her şey, Batılılaşmanın zarif dansıyla başlardı. Kemanların ve piyanonun notaları yükseldiğinde, çiftler salona doğru süzülürdü. Bu vals, sadece bir figür değil, yeni bir hayatın ritmiydi.
Atatürk'ün o salona girişiyle yükselen saygı ve hayranlık dolu sessizlik, kısa sürede neşeli bir uğultuya dönüşürdü. O, sadece bir lider değil, yeni bir romantizmin, kadın-erkek eşitliğine dayalı modern bir sahnenin kahramanıydı. Ankara Palas'ta kurulan sofralar ve yapılan balolar, Türkiye'nin dünyaya verdiği en zarif sözdü: "Biz, köklerimizden aldığımız asaleti, en narin çiçeklerle geleceğe taşıyoruz." Palas, o dönemin en taze hikâyesidir; bir milletin kendi ideallerine olan aşkının somutlaşmış halidir.
Burada düzenlenen Cumhuriyet Baloları, kıyafet inkılabının, kadın-erkek eşitliğinin ve Batılı yaşam tarzının en yüksek sesle ilan edildiği platformlardı. Atatürk, bu balolara bizzat katılır, dans eder ve yeni toplumsal düzenin kurucusu olurdu. O dönemde Türkiye'ye gelen yabancı diplomatlar ve gazeteciler için bu balolar, genç Türk Devleti’nin medeniyet yolunda attığı cesur adımları gözlemleyebilecekleri en önemli ders niteliğindeydi. Balo salonunun ihtişamlı avizelerinin altında, eski zihniyetler, yeni bir yaşam biçiminin ışığıyla aydınlanıyordu.
Meclis'e yakınlığı ve sunduğu lüks hizmetler sayesinde Ankara Palas, siyasi hayatın da merkez üssüydü. Meclis kulislerinde başlayan tartışmalar, otelin lobilerinde, restoranında veya balo sonrası sohbetlerinde devam ederdi. Yabancı büyükelçiler, Türkiye’nin en kritik kararlarını bu duvarlar arasında duydu, tartıştığı ya da anlaşmalara imza attığı rivayet edildi. Ankara Palas, adeta dış politikanın gayriresmi mutfağıydı.
Bugün bu yapı, tarihten aldığı dersi gururla taşımaktadır. O, sadece Cumhuriyetin ilk yıllarının ihtişamını değil, aynı zamanda bir mimarın (Kemalettin Bey) idealleri uğruna projesinin tamamlanışını göremeden vefat etse dahi, eserinin yüzyıllara meydan okuyacağını bilmenin getirdiği o mimarî ölümsüzlüğü de temsil etmektedir.
Ankara Palas, bu ulus için bir otel olmaktan çok daha fazlasıdır; o, yeni bir ulusun küllerinden doğuş hikayesinin en görkemli sahnesidir. Bu yüzden, onu sadece gözle değil, tarihin derinliğiyle okumak gerekir.