Cumhuriyet’in ilk yılları yalnızca bir devletin yeniden doğuşu değil, aynı zamanda bağımsız bir ekonominin temellerinin atıldığı yıllardı. Lozan Antlaşması’yla siyasal bağımsızlık kazanılmıştı; fakat bu bağımsızlık, ekonomik anlamda ayakta durabilecek bir ülke inşa edilmeden eksik kalacaktı. İşte bu düşüncenin ürünü olarak ortaya çıkan Sümerbank Fabrikaları modeli, Türkiye’nin kalkınma tarihindeki en önemli girişimlerden biri oldu.
1933’te kurulan Sümerbank, yalnızca bir banka değildi. O, genç Cumhuriyet’in sanayileşme hayalinin ete kemiğe bürünmüş haliydi. Kayseri, Nazilli, Ereğli, Hereke, Bursa, Malatya ve daha birçok Anadolu kentinde kurulan fabrikalar, hem üretim yapıyor hem de çevresine yepyeni bir yaşam tarzı yayıyordu. Bir fabrikayla birlikte lojmanlar, sağlık ocakları, kreşler, okullar, tiyatro ve sinema salonları, kütüphaneler, lokanta ve spor sahaları inşa ediliyordu. İşçi yalnızca emek gücünü satan kişi değildi; ailesiyle birlikte devletin sağladığı bir sosyal düzenin parçasıydı.
Sümerbank’ın sunduğu bu modelde çocuklar kreşte güvenle büyüyor, gençler fabrikaların açtığı teknik kurslarda meslek öğreniyor, kadınlar iş gücüne direkt katılarak ekonomik bağımsızlık kazanıyordu. Kültürel etkinlikler, bayram kutlamaları, spor turnuvaları, konserler fabrikaları birer üretim merkezi olmanın ötesine taşıyordu. Sümerbank, Anadolu’da modernleşmenin en canlı laboratuvarıydı.
Peki sonra ne oldu?
1980’lerden itibaren dünyaya hâkim olan neoliberal politikalar (Özel teşebbüsü ön plana çıkaran ve ekonomik kontrolü devletten özel sektöre kaydıran bir politika modelidir), Türkiye’de de devletin sanayiden çekilmesi gerektiği söylemini gündeme getirdi. 1990’larda başlayan özelleştirme furyasında Sümerbank fabrikaları birer birer kapatıldı ya da satıldı. Fabrikaların çoğu özel sektörün elinde üretime devam edemedi, kapılarına kilit vuruldu. On binlerce işçi işsiz kaldı, Anadolu’nun birçok kenti ekonomik ve sosyal olarak büyük darbe aldı.
Bugün bakıldığında Sümerbank fabrikalarının kapatılmasının, yalnızca bir ekonomik tercih değil, aynı zamanda toplumsal bir hafızanın silinmesi olduğu görülüyor. Çünkü bu fabrikalar yalnızca üretim değil; aynı zamanda sosyal devletin en somut göstergesiydi. Lojmanıyla, kreşiyle, hastanesiyle, tiyatrosuyla işçisine ve ailesine insanca yaşam koşulları sunuyordu.
Oysa özelleştirmeler sonrası ortaya çıkan tablo bambaşka oldu: İş güvencesiz, taşeron sistemine dayalı, sosyal haklardan yoksun bir çalışma düzeni… Kadınların üretimdeki görünürlüğü azaldı, küçük şehirlerde fabrikaların kapanmasıyla göç hızlandı. Cumhuriyet’in erken döneminde işçinin ve ailesinin yaşamına bütünlüklü bakan devletçi modelin yerini, yalnızca kâr hesabı yapan bir anlayış aldı.
Bugün geriye dönüp baktığımızda şu soruyu sormamak mümkün değil: Eğer Sümerbank modeli devam ettirilseydi, Türkiye’nin sanayisi bu kadar dışa bağımlı olur muydu? Anadolu’nun küçük kentleri bu kadar hızla boşalır, büyük şehirlerin etrafında çarpık göç baskısı oluşur muydu?
Bu soruların cevabı aslında ortada. Sümerbank fabrikalarının kapatılması, yalnızca birkaç üretim tesisinin kapanması değil; aynı zamanda Cumhuriyet’in erken döneminden kalan “kalkınma adacıklarının” yok edilmesiydi. Bugün hâlâ işsizlik, göç, sosyal güvencesizlik ve üretimden kopma gibi sorunlarla boğuşuyorsak, bunun nedenlerinden biri de bu mirasın hiç yoktan heba edilmesidir.
Eğer Sümerbank kapanmamış olsaydı...
Bugün Türkiye’nin ekonomik ve toplumsal yapısı çok daha farklı olabilirdi. Öncelikle, Anadolu’daki sanayisizleşme süreci bu kadar derin yaşanmaz, küçük ve orta ölçekli şehirler işsizlik nedeniyle büyük kentlere göç vermek zorunda kalmazdı. Sümerbank fabrikaları, bulundukları kentlerde istihdam yaratmaya devam eder, çevresindeki esnafı, tarımı ve hizmet sektörünü de canlı tutardı.
İkincisi, yerli tekstil ve dokuma sanayimiz küresel rekabete karşı çok daha güçlü hale gelebilirdi. Türkiye, bugün hâlâ ithalata bağımlı olduğu pek çok ürünü kendi fabrikalarında üretebilecek bir kapasiteye kavuşurdu. Bu durum hem dış ticaret açığını azaltır hem de yerli üreticiye büyük bir güç kazandırırdı.
Üçüncüsü, Sümerbank’ın sosyal devlet anlayışı sürdürülebilseydi, bugün iş güvencesiz, taşeronlaşmaya dayalı ve sosyal haklardan yoksun çalışma koşulları bu kadar yaygın olmazdı. İşçi ve ailesine yalnızca iş değil, yaşam standardı sunan bu model, modern bir sosyal adalet anlayışının da kalıcı hale gelmesini sağlayabilirdi.
Son olarak, Sümerbank’ın içinde yer alan kültürel ve sosyal faaliyetler, bugünün kentlerinde hâlâ canlı birer toplumsal merkez olarak varlığını sürdürebilir, kültür-sanatın Anadolu’ya daha güçlü kök salmasına vesile olabilirdi.
Kapanmaması için neler yapılabilirdi?
Sümerbank’ın kapanmaması için aslında yapılabilecek pek çok şey vardı. En başta, fabrikaların modernizasyonuna yatırım yapılmalıydı. 1980’lerden itibaren dünya tekstil sektörü hızla değişirken Sümerbank fabrikaları teknolojiye ayak uyduramadı. Oysa devlet, yeni makineler, modern üretim hatları ve markalaşma stratejileriyle Sümerbank’ı güncelleyebilirdi.
Fabrikaların yönetiminde işçi ve yerel halkın söz hakkı artırılabilirdi. Kooperatifleşme modeliyle hem verimlilik yükseltilebilir hem de aidiyet duygusu güçlendirilebilirdi. Böylece yalnızca devletin değil, işçilerin de “sahiplendiği” bir sistem kurulmuş olurdu.
Sümerbank ürünleri yalnızca temel tüketim malı değil, marka değeri taşıyan kültürel ürünler haline getirilebilirdi. Anadolu’nun motifleriyle, doğal hammaddelerle üretilen basmalar, dokumalar bugün dünya çapında ihracat markaları olabilirdi. Hepimizin evinde bu sanat eserlerinden birkaç tane muhakkak vardır büyüklerimizden bize miras kalan.
Gelecek için çağrım;
Bugün birçok eski Sümerbank fabrikası atıl durumda. Kimileri yıkılmayı bekliyor, kimileri kaderine terk edilmiş halde. Oysa bu yapılar yalnızca beton ve tuğladan ibaret değil; Türkiye’nin kendi ayakları üzerinde durma iradesinin sembolleridir. Aslında ülkenin hafızası niteliğinde ki bu yapılar Ulusal Kültürel Mirasımızdır.
Bu nedenle yapılması gereken açıktır: Eski Sümerbank fabrikaları müze, kültür-sanat ve eğitim merkezleri olarak yeniden işlevlendirilmelidir. Genç kuşaklar bu binalara bakarak yalnızca “burada bir zamanlar üretim yapılırdı” dememeli, aynı zamanda Cumhuriyet’in nasıl bir toplumsal dönüşüm hedeflediğini de görmelidir. Benim bildiğim yakın zamanda Kayseri Bez Fabrikası ve Aydın/Nazilli Basma Fabrikası binaları Üniversiteler tarafından Sümer Kampüsü olarak değerlendiriliyor.
Unutmayalım: Üretmeden bağımsız olunmaz, emek olmadan kalkınma olmaz, sosyal adalet olmadan gerçek modernleşme olmaz. Sümerbank modeli, bütün bu gerçeklerin tarihsel kanıtıdır. Bugün yaşadığımız ekonomik sıkıntılar karşısında, belki de en çok ona kulak vermemiz gerekiyor.
Ve en önemlisi: Özelleştirme yerine, kamunun elinde ama özel sektör dinamizmiyle çalışan bir hibrit model oluşturulabilirdi. Dünyada bunun örnekleri var: Devletin çoğunluk hissesini elinde tuttuğu ama profesyonel yönetimle ve pazar odaklı çalışan kamu-özel ortaklıkları uzun yıllar başarıyla varlığını sürdürüyor.
Bugün hâlâ geç değil. Eski Sümerbank fabrikaları müze, kültür merkezi ve yaratıcı endüstri atölyelerine dönüştürülerek, yeni nesillere hem üretim kültürünü hem de Cumhuriyet’in kalkınma vizyonunu aktarabiliriz. Çünkü Sümerbank gençlerimiz için yalnızca geçmişin değil, geleceğin de ilham kaynağı olabilir.