Edepsizlik üzerine (4) !...

 

 

Başbakan’ın tepki gösterdiği TBB Başkanı Metin Feyzioğlu’nun konuşmasını irdelemekte son günüm.

Feyzioğlu, 30 Mart yerel seçimleri sürecindeki siyaset üslubu için, ‘’Siyasetin dilinin keskinleştiği, toplumda kutuplaşmaların arttığı bir süreç yaşadık. Artık yaraları sarma zamanıdır. Toplumun yeni gerginliklere tahammülü yoktur’’ diyor. Demokrasinin ‘’seçim sandığından ibaret olmadığına’’ da vurgu yapan Feyzioğlu, piyasaya sürülen ses kayıtları hakkında ‘’itibarsızlaştırma malzemeleri, onları çekenleri veya üretenleri itibarsızlaştırmıştır’’ cümlesini kuruyordu.

Buna karşı çıkmak, en azından hakim sınıfların kendi hukuk anlayışını yok saymak diye kabul edilebilir. Belki de, hakim ideolojinin değiştirmeyi uygun gördüğü hukuk anlayışı üzerine yaşanan kavganın nedeni budur…

Dışişleri Bakanlığı’ndaki gizli toplantının yasadışı yapılan kayıtlarının kamuoyuna sızdırılması hakkında ‘’casusluk faaliyeti’’ diyen Feyzioğlu, 17 Aralık’taki yolsuzluk iddialarını irdelerken, ‘’soruşturmaların siyasi iktidarca engellendiği’’ algısının toplumda hakim olmasının adalet duygusunu zedelediğini öne sürüyordu.

MİT düzenlemesi için ‘’Kişisel verilere, meslek ve şirket sırlarına yargı kararı olmaksızın erişim, iletişimi tespit, belli soruşturma ve dava dosyalarına ulaşabilme yetkisi, ülke içinde operasyon yetkisi verilmesi, mensuplarının soruşturmalarının izne tabi kılınması, yeni ve denetimsiz bir kolluk gücü yaratmıştır’’ diyen Feyzioğlu, Özel Yetkili Mahkemeler’in yarattığı mağduriyetlerin giderilmesi için gereken düzenlemeleri de, ’’Gizli tanıklık kurumu kaldırılmalı, güvenilirliği olmayan, üzerlerinde montaj ve oynama yapılması mümkün olan ses bantları ve dijital verilerin tek başına delil olması yasaklanmalı, Türkiye’nin AİHM veya Anayasa Mahkemesi’nce tazminata mahkûm edilmesi durumunda, bu tazminat nedeniyle sorumlu hâkime rücu edilmesi sağlanmalı’’ diye sıralıyordu.

TBB Başkanı, darbeler, idam cezaları ve katliamlar hakkında ise şunları söylüyordu:
’’1960 askeri darbesi sonunda başbakan ve bakanların asılmasının üzüntüsünü, Deniz, Hüseyin ve Yusuf’un idamlarının acısını yüreğinde hissetmeyenimiz var mıdır? Ethem Sarısülük, Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Komiser Mustafa Sarı, Medeni Yıldırım, Ali İsmail Korkmaz, Ahmet Atakan, Berkin Elvan, Hasan Ferit Gedik’in yasını tutmayanımız olabilir mi? Uludere’de savaş uçaklarınca param parça edilen 34 yurttaşımızın; Sivas, Kahramanmaraş, Çorum ve Reyhanlı’da katledilen canlarımızın dağlamadığı yürek var mıdır? Derik’te, Yüksekova’da, Silopi’de, Muş Altınova’da, Bitlis Yaygın köyünde terörle mücadele adına işlenen cinayetleri ve daha nice faili meçhul cinayeti meşru görüp faillerini arayıp bulmaktan, cezalandırmaktan vazgeçebilir miyiz? Sırf komünist olduğu gerekçesiyle sürgün yiyen, cezalandırılan şairlerimizin, yazarlarımızın çektiği acıları görmezden gelebilir miyiz? Bir belediye başkanının şiir okuduğu için niyet okuma yöntemiyle hapse atılmasını bugün hala içine sindiren var mıdır? Hrant Dink’in yazısının tamamını okumaya gerek bile görmeyenlerce mahkûm edilmesini ve sonra katlini, boğazı düğümlenmeden, yüreği sıkışmadan konuşabilenimiz olabilir mi? Kuddusi Okkır, Prof. Dr. Uçkun Geray, İlhan Selçuk, Türkan Saylan, Engin Aydın, Kaşif Kozinoğlu, Albay Halil Yıldız, Albay Ali Tarık Akça, Yarbay Ali Tatar ve en son Albay Murat Özenalp ve diğerleri için vicdanlarımız kanamıyor mu?
Bombalanmış, boşaltılmış köyler, yakılan ormanlar, faili meçhul cinayetler,16 bin kayıp, cumartesi anneleri, vardiya bizde ve sessiz çığlık grupları, çocuk işçiliği, şiddet mağduru kadınlar, dinlemeler, fişlemeler, basılmadan yasaklanan kitaplar, Gezi olayları esnasında yaralılara yardım ettiği için yargılanan doktorlar ve benzeri yürek yaraları çözümsüz bırakılabilir mi?’’

Feyzioğlu, Türkiye Sanat Kurumu Kanun Taslağı’na karşı çıkanlar için, ‘’Kendilerinin ve sanatın geleceği için haklı endişeye kapılmış sanatçılarımızın özgürlük isteyen çığlıklarını duymayacak mıyız’’ diye sorarken, Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde kullanılacak üslubun 76 milyon yurttaşı dikkate alan birleştirici, kucaklayıcı olması gerektiğini söylüyordu.

Sermayenin, hukuk anlayışının değiştirildiği süreçte, eskiden hakim olan hukuk anlayışı çerçevesinden bakan Feyzioğlu’na, piyasacı hukuk zihniyetinden bakan Başbakan arasındaki kavga ve benzerleri toplumu daha çok gerecek.

Çünkü, Feyzioğlu ile Başbakan’ın düşünceleri taban tabana zıt. Biri ‘kuvvetlerin ayrılığı’, diğeri ‘kuvvetlerin birliği’ne inanan ideolojiye sahip.

27 Mayıs ve 28 Şubat darbeleriyle bütünleştirdiği eski hakim ideolojinin yeniden ‘’halkın seçimlerinin karşısında durduğu’’ iddiasında bulunan Başbakan, o eleştirel ifadeleri‘’paralel zihniyetin hukuk anlayışı’’ diyerek ötekileştirmeye çalışıyor.

Bu dil, ülkeyi rahatlatmaz, rahatlatmayacaktır da…