Cahiliye Döneminin Cühelasından, ‘GÜNAYDIN’

Dilek ALP

Siz dayanılmaz bir ‘Günaydın’sınız.
Sabah sabah insanı ayağına getiren,
Hiç yoktan dünyayı kendini sevdiren,
Siz çocuk ağızlı bir ‘Günaydın’sınız.

Deli Kızın Türküsü, Gülten Akın

*

 

Hayatın sürüklenmesine rutin olarak koştuğum,
çiğdem, nergis, sümbül ve zambağın kokularını fütursuzca saldığı,
nezaket göstereceğim diye insanların birbirini ezdiği,
günaydın derken ağzından ‘kucak dolusu günaydın’ çıkan,
bal dök yala sokaklarından kahvenin ortalığı sarmış kokusuyla,
müziğin belli belirsiz ritmi,
huzur dolu, istemsizce tebessümlü suratlar,
kent kültürünün hasını bilen ama tevazu gösteren,
tarihinin zenginliğiyle delice şımarmış,
her sene dikilmekten bıkılmış mavi bayraklı kumsallara sahip ama yine de pek mütevazı, cennetimin ters köşesinden,
en içteninden bir GÜNAYDIN...


Bakmayın bu sekiz harfin minik cüssesine, bir ömür taşır sırtında. Yaşadığım kentte, sabahları yürüdüğüm sokakta karşılaştığım insanlarla, imzalanmış gizli bir sözleşme usulü bir güzellik bu... Penceresinden yatak örtüsünü silkeleyen Nesrin Teyze, sigarasını köşede tüttüren Suphi Amca, balıkçımız Rıza, kuaförümüz Emine, manavımız Ali, fırıncımız Melek, eczacımız Derya, baharatçımız Yasin, simitçimiz Kadir, zabıtamız Hüseyin, sokak süpürenimiz Cemil, ayakkabı boyacımız Rıza her sabah dakikalar sayarak belki birbirimizi bekleriz, sadece gülümseyerek bir GÜNAYDIN demek için. Duymadık mı kazara, ses yükselir ve yinelenir, ta ki duyurana kadar... Anne Günaydın’ı farklıdır, "sesini duydum rahatladım" tonunda, arkadaş Günaydın’ı tadından yenmez, bir muziplik vardır aslında tatlı bir sempati yaratmaktır günün başında, 20 yıldır yer gök patlasa ihmal etmediğim dost Günaydın’ı vardır ki çoğu zaman hayat bile kurtardığı olmuştur...

Hatırlarım, canım dedemin kahvaltı sofrasına oturmak hiç de kolay değildi. Hele de uykun henüz açılmamışsa, o gülen gözlerinle bakmıyorsan çok fena, rüyamda kimlerle savaşıyorsam, bazı sabahlar 7 öküz çiftesi yemiş ruhla masaya yaklaşırken, tek kaşını kaldırarak beni gerisin geriye döndürür, "Dilek suratını takın, günaydın de, öyle otur masaya" dediğini bilirim defalarca. Sonra öğrendim gülümseyerek uyumayı ve uyanmayı. Ne demek istediğini de anladım yılların ardından, aslında her sabah gününün-hayatının yazgısını çiziyorsun kendi ellerinle ve güne başladığın o ilk an, G Ü N A Y D I N derken bin tane aydınlık saçılıyor etrafa…

Hani denir ya ‘ben mi kurtaracağım memleketi?’.
Biri başaracaksa, o sen ol.
Ben çok çabalıyorum mesela.
Fark et, fark yarat...

Hayal edemezsen, üzerindeki o ölü toprağını atamazsın.
Hayal edemezsen, ataleti yenemezsin.
Hadi işlerini planla ve başla teker teker bitirmeye.
Erken kalk mesela, kahvaltını muhakkak yap, ne olursa simit-zeytin de kahvaltı…
İçmesen de kahvenin kokusunu hayal et, bir iki sayfa olsun oku her gün.
İnsanlara "günaydın, nasılsın, seni özledim, tünaydın" demeyi alışkanlık yap, insanlık, nezaket bulaşıcıdır. Emin olun sizi de ehlileştirir... 


Dünümüze dönelim;
Aslına bakarsanız bizi, bir şeylerin çok fazla olması ya da az olması mutlu ya da mutsuz etmez. Bizi dengeden uzaklaşmak mutsuz, dengeye yaklaşmak mutlu eder. Doğada bir denge olduğu kesin. Hiçbir şey bu dengenin dışında hareket etmiyor. Fakat insan için aynı şeyi söylemek mümkün değil. İnsan evrende ki bu doğal dengenin dışında hareket ediyor. Bu dengenin dışında hareket edebilen ve doğanın dengesini olabildiğince bozan insan senin ruhsal dengeni mi bozmaya çekinecek? İnsandır doğanın dengesini bozan. İnsandır insanın dengesini bozan. Ve yine insandır kendi dengesini bozan yani hayatımız pamuk ipliğinde…

Örneğin, sabah tanımasanız da günaydın diyebilirsiniz, yerlere tükürmeseniz de olur, çılgınca korna çalmasanız, bağıra çağıra sokaklarda konuşmasanız, çöplerinizde bile bir muntazamlık olsa, çevreci bir yapınız gelişse, doğayı tahrip etmeseniz ya da dokuyu bozmadan yapılaşsanız da yaşayabilirsiniz. Sevdiğinizi söyleseniz, temiz giyinseniz, mis gibi koksanız, dişlerinizi fırçalasanız, dedikodu yapmasanız, kopya değil kendi başarılarınızı yaratsanız, çalışkan olsanız, spor yapsanız, yeterli su içseniz, özgün düşünseniz, okusanız, müzik dinleseniz, yapabiliyorsanız bir enstrüman çalabilseniz, sanatı anlamaya gayret etseniz, hayvan sevginiz olsa, çocuklarla iletişim kurabilseniz, yaşlılarınıza özen gösterseniz, düşüncelerinizi çekinmeden ifade etseniz, sabır gösterebilseniz, toplumsal kurallar diye bir şeyler olduğunu kabul etseniz, adalet duygunuz olsa mesela, ‘vicdan’ kelimesini bilseniz, evrenin her zerresine saygı duyulmasının değişmez şart olduğunu kabul etseniz DENGE yatağında akan su olur, ne muhteşem olursunuz...

Sözün özü;
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş'ın yazdığı Ramazan Günlükleri isimli kitabında “günaydın” ve “tünaydın” ifadelerini, “Cahiliye dönemi âdeti” olarak nitelendirmesi ile ilgili düşüncelerimi kısa not düşmek istedim. Beni üzmedi mi,  oldukça üzdü… (Hala bu tarz konulara üzülebiliyor olmakla gurur duyuyorum bu arada) Cahiliye döneminde birinin evine girildiğinde mahremiyete saygı gösterilmediğini belirten Sayın Erbaş, cahiliye dönemindeki insanların, “Dünya ve ahiret saadetini temenni etmek olan selamı bilmediklerini” savunmuş kelimelerinde… Ne acı, ne yazık…


Bilgi:
‘Günaydın’ dil devrimi ile kazandığımız öz Türkçe bir selamlaşma sözüdür. Bize aittir. Biz günaydın deriz. Öğleden sonra ise yine öz Türkçe ‘Tünaydın’ deriz. Tün sözü Yunus'un şiirlerinde de geçer.

Ne olursa olsun bu Cahiliye Dönemi adetlerini sürdüren biz cahiller inanıyoruz ki; paranın, kariyerin, makamın, kartvizitteki sıfatın, güçlü kudretli çevrenin, yıllar süren tecrübenin, dış görünümün bir önemi yok bu çağda, siz nazik, samimi, alçak gönüllü, kalbi iyi, hoşsohbet, güvenilir olabiliyor musunuz ona bakın diyor mütevazı bir “Günaydın” kelimesi ile…