17 Ağustos 1999:
Acıyı Unutmadık ama unutmaması gerekenler hatırlıyor mu?
17 Ağustos 1999 sabahı saat 03.02’de yerle bir olan şehirler, yıkılan evler, çığlık çığlığa koşan insanlar…
Türkiye tarihinin en büyük felaketlerinden biriyle yüzleştik.
17 binden fazla insanımızı kaybettik, on binlercesi yaralandı, yüz binlercesi evsiz kaldı.
O gecenin acısı hâlâ taze, hâlâ yüreklerimizi dağlıyor.
O günden bu yana geçen yıllar, acının ağırlığını hafiflettiği kadar, hafızamızı da köreltti.
Çünkü biz millet olarak ne yazık ki acılarımızı unutmaya, derslerimizi unutturmaya çok meyilliyiz.
Depremin ardından “bir daha asla” dedik. “Binalarımızı sağlam yapacağız, denetimleri sıklaştıracağız, halkı bilinçlendireceğiz” dedik. Ama ne oldu?
Yıllar geçti, rant kaygısı ve ihmalkârlık yüzünden aynı hatalara devam edildi.
Sağlam olmayan binalar yükseldi, deprem toplanma alanları imara açıldı, kentsel dönüşüm adı altında riskli yapılar yerinde saydı.
17 Ağustos’tan sonra defalarca uyarıldık aslında. 12 Kasım 1999’da Düzce’de bir kez daha sarsıldık, 845 canımızı kaybettik.
2011’de Van depreminde 604 insanımızı yitirdik. 2020’de Elazığ’da 41, İzmir’de 117 canımızı enkazların altında bıraktık.
6 Şubat 2023’te Kahramanmaraş merkezli depremlerle, ülke tarihinin en büyük felaketlerinden birini yaşadık; on binlerce insanımızı kaybettik, milyonlarcası evsiz kaldı. Yani doğa bize defalarca 'hazırlanın' dedi.
Ama biz her seferinde enkazın altından ağıtlarla çıktık, sonrasında aynı hataları tekrarladık.
Bugün hâlâ büyük şehirlerimizin göbeğinde, fay hatlarının üzerinde yaşayan milyonlarca insanımız var.
Hâlâ deprem çantası hazırlamayı bilmeyen, deprem anında nasıl davranacağını öğrenmeyen bir toplumuz.
Hâlâ yöneticilerimiz bilimin sesini duymuyor, denetimler kâğıt üzerinde kalıyor.
17 Ağustos 1999’un üzerinden çeyrek asır geçti ama soruyoruz:
Biz ne kadar değiştik?
Yanıt acı ama gerçek: Yeterince değişmedik.
Hâlâ aynı risklerle karşı karşıyayız.
6 Şubat 2023’te yaşadığımız Kahramanmaraş merkezli depremler, aslında 17 Ağustos’tan hiç ders almadığımızın en acı kanıtı oldu.
Binlerce insanımız yine enkaz altında can verdi, aynı acıları yeniden yaşadık.
Oysa bizler şunu biliyoruz ki depremler kader değildir.
Deprem bir doğa olayıdır, yıkımı kader haline getiren ise insan eliyle yapılan yanlışlardır.
Sağlam bina yaparsak, denetimleri sıklaştırırsak, halkı bilinçlendirirsek, kayıpları en aza indirebiliriz.
Oysa biz hâlâ günü kurtarmayı, bilimi yok saymayı, ihmali normalleştirmeyi seçiyoruz.
17 Ağustos’u sadece bir anma günü değil, bir uyarı günü olarak görmek zorundayız.
Kaybettiklerimizin hatırasına saygı, ancak gelecekte aynı acıları yaşatmamakla olur.
Eğer hâlâ akıllanmazsak, hâlâ önlem almazsak, hâlâ bilimi görmezden gelirsek, o kara geceyi yeniden yaşamamız kaçınılmazdır.
Bizler bu acıyı unutmadık, unutturmayacağız. Ama unutmamak yetmez...
Değiştirmedikçe, ders çıkarmadıkça, aynı enkaz altında tekrar kalırız.
17 Ağustos, bize hâlâ haykırıyor:
Deprem öldürmez, ihmal öldürür.
Ve bizler artık kayıplarımıza yalnızca ağıt yakmak istemiyoruz.
Onların anısına, daha bilinçli, daha hazırlıklı, daha güvenli bir ülke inşa etmek zorundayız.
Çünkü bu , hem geçmişimize borcumuz hem de geleceğimize sorumluluğumuzdur.
Duyması gerekenlere , yeraltına girmeden, yeryüzünden haykırmalıyız:
Hey! Yetkililer...
Sesimizi duyan var mı?