BİNDİK BİR ALAMETE, GİDİYOZ GIYAMETE

AKP Hükümetinin, eğitimden sağlığa, emniyetten askeriyeye, hukuktan üniversitelere bilumum devlet kurumlarda, AKP’li olmayanları çeşitli bahanelerle tasfiye ettiğini bilmeyen yok.

Devlet kurumlarını da aşan partizancılık öyle boyutlara ulaşmış ki, tepeden tırnağa sirayet etmiş. Etmekle kalmamış, mevcut anlayış normalleşmiş, üstüne üstlük, AKP’lilerin doğal hakkına dönüşmüş vaziyette.

Geçen hafta  “bundan ötesi yok” dediğim bir olay yaşadım. Bakın anlatayım. Ama önce bir giriş yapmalıyım.

Kitaplarla aram biraz marazi denilecek boyutta diyebilirim. Evimin bir odası kütüphane. Dört duvarı çifter sıralı kitaplarla dolu. Kitaplarımı kimseye hediye edemiyorum. Elbiselerimi ayakkabılarımı, tabak-çanağımı alabilirler ama kitaplarımı veremiyorum. Oysa genelde hediye olarak kitap alırım, ne var ki hediye kitapları satın alırken bile,  ben de olan kitaplardan seçerim. Ben de bulunmayan bir kitabı başkasına hediye edemem. Kıskanırım.

Durum bundan ibaret olunca haliyle aldığım kitaplar kütüphanemi de aşıp diğer odalara yayılmaya başladı. Ve ben ilk defa kara düşüncelere daldım. Evde kitaplar azalsın istiyorum ama vermek istemiyorum, kitap okumak istiyorum ama almak istemiyorum.

Sonunda halka açık kütüphanelerden ödünç kitap almaya karar verdim. Önce Tuzla Kültür Merkezi kütüphanesine gittim. Güzel bir yer, kullanışlı bir kütüphane ortamı, ancak sanal kütüphane. Eve kitap getirme şansım yok.

Birkaç hafta önce, fotoğraf sergisini gezmek için Darıca Adnan Menderes Kültür Merkezine gittim, ok işaretiyle kütüphane yazdığını görünce, gökte ararken yerde buldum sevinciyle umut doldum.

Kütüphaneye cıktım. Aslında kültür merkezinin içi temiz ve kullanışlı gözüküyor, kütüphaneyi görünce hayal kırıklığı yaşamadım desem yalan olur. Okullarda yaptığımız sınıf bozması kütüphanelere benziyor.

Üniversiteye hazırlanan gençler, birlikte soru çözmek için gelmişler ama tıkış tepiş oturmak zorunda kalmışlar.

Ben kitaplara baktım. Henüz okumadığım ve okumak istediğim birçok kitabın olmasından memnunluk duydum. Kütüphane görevlisinden nasıl alabileceğimi sordum, nüfus cüzdanı örneği istedi.

Birkaç gün sonra nüfus cüzdan fotokopisi alarak tekrar gittim. Yine öğrenciler ders çalışıyorlardı. Ortada görevli olmadığı için almak istediğim kitapları tespit ediyordum. Birden kapı sertçe açıldı. Bilirsiniz, kütüphane sessizliğinde çok rahatsız edici bir ses. İçeri, daha önce görmediğim başı örtülü,burnu yukarıda bir bayan girdi. Ayakkabı topuklarının tak tak sesleri arasında geçip görevli masasına oturdu. Gürültü yapıyor muyum acaba, diye en ufak kaygısı yoktu.

Kemal Tahir’den bir kitap beğendim, nüfus cüzdan örneğini çıkardım, kitabı almak istediğimi söyledim. Bayan beni şöyle bir süzdükten sonra önüne döndü. Çatık kaşlarını daha da çatarak “kitapları tanıdıklara veriyoruz” dedi.

Saniyeler içerisinde kafamdan bir sürü şey geçti. Darıca Belediyesine ait halka açık bir kütüphanede, kitaplar tanıdıklara veriliyor??? Bu tanıdıklar kim ola ki? Ayrıca bu kültür merkezi tanıdıkların parasıyla yapılmış, bu kitaplar tanıdıkların parasıyla mı alınmış ki, ben bu insanların hakkı olan şeyleri, düşüncesizce gasp etmeye çalışıyorum?

Aniden kan beynime sıçradı. “Ne demek tanıdıklarımıza veriyoruz? Tanıdıklarınız kim?”diye öfkeyle sordum. Bayan, ses tonuyla geri adım atarken bile şöyle söylüyordu “güvendiğimiz insanlara veriyoruz demek istedim.” “Bana bu kitabı vermeden, benim güvenilir olup olmadığımı nasıl test edeceksiniz” diye tekrar sordum.

İşin içinden çıkamayınca kitabı kaydedip verdi. Bir de üyelik formu doldurdum.

Muhtemelen kraldan çok kralcılık yapıldı. Ama, hakikaten merak ediyorum, “tanıdık, güvenilir” zihniyeti genel bir havadan beslenerek mi öğreniliyor, yoksa özel toplantılar falan mı yapılıyor?

Yok, bu kadarını da yapmayın, bu kadarı fazla…