Ankara katliamını konuşmak

 

 

Öyle bir saldırıydı ki, şiddetini yıllarca gidermeye çalışsanız başaramazsınız. Çünkü, toplumun bir kesimini konsolide eden siyasi yapının başedemediği diğer çoğunluk kesimine verilecek derse seyirci kalması ancak böyle bir sonuç doğurabilirdi.

Ankara Garı’nda, 10 Ekim 2015 günü yapılacak ‘’Emek, Barış ve Demokrasi’’ diyerek yapılacak miting öncesi saat 10.00 civarında patlatılan parça tesirli iki bomba 103 canımızı aldı. Sonrasında yapılan soruşturma ve incelemelerde, patlamadan sorumlu sayılabilecek isimlerin Ankara’da bir süre keşif yaptığı, hatta güvenlik güçlerinin elinden tereyağdan kıl çekercesine kurtarıldıkları da ortaya çıktı.

Toplananlar, bu ülkenin devrimcileri, sosyalistleri, komünistleri, sosyal demokratları, çevrecileri ve diğerleriydi. Saldıranlar ve katliamı yaratanlar ise Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) diye bilinen cinayet şebekesi, terör örgütüydü. Meseleyi, 7 Haziran seçimlerinde yaşanan siyasi mağlubiyetin üzerini örtmek ve iktidardan ne olursa olsun uzaklaşmamak için kullanmaktan kaçınmayan iktiadar ve o iktidarı bir biçimiyle organik denetim mekanizması içine alan Saray, patlama sonrası ilk açıklamada Anonim (Kokteyl) bir terör örgütü yaratarak, IŞİD bile diyemeden ‘’DAEŞ, PKK, DHKP-C ve MLKP’’ işidir diyerek çıktı ortaya.

İşte, 10 Ekim Pazartesi günü, bu katliamın birinci yılı doluyor. Belirgin sorumluları halen yakalanıp cezalandırılabilmiş değil. Ama, o katliamda ölenleri sokakta anmak bugün her bölgede yasaklanıyor. Kişi ve kurumlar, OHAL’in gölgesi altında kapalı salonlara hapsedilmeye çalışılıyor.

AKP ve Saray ittifakı şimdilik bunu becerebiliyor. Karşısında güç görmediği için, ‘’ben ne dersem o olacak’’ tavrını sürdürüyor.

Ama, katliamların sorumluluğu, anmaların yasaklanmasıyla ortadan kaldırılamaz.

O sorumluluğun sahipleri, ölen dostlarımızın ve yoldaşlarımızın isimlerini hiç unutamayacak…

Bu arada, o katliamın canlı bombalarının nasıl belirlenemediğine ilişkin onlarca soru da hala orta yerde duruyor.

Uzmanlar, canlı bombaların psikolojilerinden tespit edileceğine vurgu yaparken, tespit kriterlerini de anımsatıyor.

Diyorlar ki;

‘’Bir intihar bombacısının beyni ne kadar yıkanmış olursa olsun, ‘Pavlov’un Köpeği’ deneyindekine benzer şekilde nasıl şartlandırılmış olursa olsun, evrimsel kökenlerimizin en derinlerinden gelen, temel birçok psikolojik tepkiyi istemsiz olarak verecektir. Ölüme giden biri, bunu ne kadar sözde “onurlu” (!) bir ölüm olarak görürse görsün, en azından temel korku ve endişe sinyallerini verecektir. 

Kalabalık ortamlarda kaşları çatık, endişeli, titreyen, gereğinden fazla terleyen, bulunduğu ortamdan izoleymiş gibi davranışlar sergileyen, tutarsız olan, konuşmakta zorlanan kişiler her zaman uyarı çanlarını çaldırmalıdır. 

Kişinin yüzüyle üzerine giydiği kıyafet birbirine zıtsa (örneğin zayıf yüzlü ama çok iriymiş gibi geniş kıyafetler giyiyorsa), mevsimin gerektirdiğinden daha kalın kıyafetler giyiyorsa (sıcak bir havada geniş ve kalın bir mont giymiş biri gibi), kıyafetinde dikkat çekici ve genellikle düzensiz şişkinlikler varsa, çarşaf ya da tesettür pardösüsü giymiş ancak alışıldık muhafazakar bir kadın gibi değil, fazla kararlı, odaklanmış, bağımsız bir şekilde ilerliyorsa…………….’’

Ayrıca, diğer bazı ipuçlarını da veriyorlar…

‘’Sırtında aşırı büyük bir çanta varsa ya da çantasının çok ağır olduğunu hissettirir hareketler yapıyorsa (yüzde zorlanma, sıkça çantayı düzeltme, sırtını germe gibi), kendi kendine mırıldanarak ilerliyorsa (çoğu bombacı eylem öncesi son dua ya da yapacağı eylemde kararlılık gösterici bir slogan tekrarlar), uzun süre boyunca etrafındaki gelişmelere ilgisiz şekilde tek başına ilerlemiş; ancak bir anda kalabalığın arasına girmeye çalışan, kalabalığı yarmaya çalışıyor gibi tavırlar sergileyen biri varsa, aşırı sinirli hareketler yapıyorsa ya da grup liderlerinin emir ve komutlarına uymuyorsa, sık sık ve kısa telefon konuşmaları yapıyor, uzun cevaplardan kaçınıyorsa…………….’’

Eh, bu kadar bulgu ve bilgiye ben ulaşabiliyorsam, işi soruşturma olan ve istediği kişileri adım adım izleme olanağı bulunan kişilerin bir yıldır hala sessizliğini korumalarını anlamak olası değil.

Bu 10 Ekim’de yoldaşlarımızı anarken, elbette ki o katliamı bütün siyasi boyutlarıyla konuşacağız.

Anmayı, topluma yaygınlaştırmak için katedeceğimiz yol da her geçen gün uzatılıyor. İşte, o yolu kısaltamazsak, benzer katliamların gölgesinin altında kalmaktan kurtulamayacağız.