Ah çocuklar…

 

Bahar sevincinin ayak seslerini duymalıydık, mevsimin bu günlerinde.

Artık duyamaz olduk.

Kulakları sağır edercesine patlayan bombalardan.

Ne dışımızdaki sesleri duyabiliyoruz artık, ne de içimizdekileri…

Bedenlerimiz toprağa, ruhlarımız havaya karışır olmuş.

Bu mevsimler kuşların sesiyle gelirdi, erik ağaçlarının çiçek açmasıyla, kelebeklerin bir o yana bir bu yana uçmasıyla.

Bir günlük ömrün mütevaziliğiyle.

Bir asırlık ömre sahip insanların ölüme susamışlığına inat!

Bahar güneşiyle kararmalıydı yüzümüz.

Öldürülen ve tecavüz edilen çocukların utancıyla değil.

Yetmiyor muydu utançlarımız, çocukların o masum dünyasını kirlettiğimiz, sahip çıkamadığımız, eşit ve huzurlu bir dünya sunamadığımızdan için…

Ah çocuklar ah..!

İnanın içim acıyor bu satırları yazarken.

Hem büyüklerin o kirli dünyasında eşit değilsiniz, hem de hayatın ağır yükünü omuzlarınızda taşırken…

O hırpalanmış çocukluğunuzu, oto-kaportacı dükkanını önüne bırakıp da ekmek parası uğruna minicik ellerinizle kocaman araba parçalarını taşıyorsunuz ya…

Ellerinizde tornavida, alnınızda ter, tırnaklarınızın arası boya ve kir.

Kafanızın üstünde simit tepsisi, elinizde selpak.

Yaşıtlarınız gibi çocuk parklarında, lunaparklarda neşe ile oyun oynamak, gezmek, doğum günü partilerinde bol bol fotoğraf çektirmek varken.

Sorumsuz, cahil ve bilinçsiz ailelerin yoksulluğa muhtaç ettiği, devletin iyi yetiştiremediği, gelecek sahibi yapamadığı, şeref ve ahlak yoksunlarının canınıza ve bedeninize göz diktiği, ah toprağın canlı çiçekleri çocuklar…

Şairin dediği gibi, ‘Bu senin değil, ülkemin ayıbı. Hırpalanmış yerlerinden öperim çocuk.’